31 Aralık 2009 Perşembe

HUZUR NERDE ARANIYOR

HUZUR NERDE ARANIYOR?

Yanlış nerden kaynaklanıyor? İnsan olarak hayattaki amacımız ne? Tabii ki mutlu ve huzurlu olmak. Peki neden çoğumuz şikayetçiyiz? Çünkü bilmiyoruz. Huzurun tek bir yolunun olduğunu bilmiyoruz. Ama bu huzur geçici rahatlamalar ya da bir-iki saatlik, bir iki günlük mutluluklar değil. Gerçek, bitmeyecek olan, sonsuz huzur. İç huzuru. Tek bir yolu var: Sünneti seniyyeye ittiba.

(İttiba: Tabi olmak,ardı sıra gitmek,peşinden yürümek,izlemek)

“(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. (Al-i İmran; 2,31)

Kendimizi kandırıyoruz. Fakir olan param olsa mutlu olurum diyor, zengin olan zenginliğinin tadını alamıyor, başımı alıp çiftlik evine kaçayım diyor. Olmaz, çözüm değil. Çözüm mekan değiştirmek değil, kendini değiştirmek. İçin bir rahatlasın, değil çiftlikte,denizde, her an her yerde mutlu olursun. Çünkü kendinden kaçışın bitmiştir artık. Sorununun ne olduğunu kendine dürüstçe kabul ettirip onun üstüne gitmeye çalışmak. Nefsine ağır geliyorsa kesinlikle doğru yoldasın. Huzursuzsan TEK açıklaması, Peygamberimizin tavsiyelerine, yaptıklarına muhalif bir şeyler var hayatında. Her şeyin başı muhabbet,sevgi. Samimi olarak. Allah’ı sevmeyenler hariç herkesi, her şeyi sevmek, sevebilmek. Nefis sana sevemediğin,soğuk durduğun insanın kötülüklerini hatırlattıkça iyi taraflarını düşünmek, hep affedici olmak. Kimseye karşı soğuk olmak haddimiz değil. Allah yaratmış. ‘Yaratılanı severim Yaratan’dan ötürü’ sırrına mahzar olabilmek.


Geçmişte yanlışlarımız olmuş olabilir, pişmanlıklarımız olmuş olabilir. Şu anda bunları yazabilecek nefesi alıp veriyorsak, Rabbimizin verdiği fırsat devam ediyor demektir elhamdülillah. İçimizi sıkan ne? Dürüst olacağız kendimize, her şeyin başı bu. Gerçek çözümü istiyorsak. Başkalarının arkasından mı konuştuk, bu kötü alışkanlığa devam mı ediyoruz? Olabilir ama çaresi var! Her gün dua edicez, hatta her farz namazdan önce, sonra. ‘Ya Rabbi! Gıybet ettiklerimi sen affeyle, gıybetimi edenleri de sen affeyle. Kul hakkından sana sığınırım.’ Ebu Damdam
her gün bu duayı yaparmış. Peygamber Efendimiz sahabeye: ‘Sizden biriniz Ebu Damdam gibi olmak istemez mi!’ buyuruyor. Samimiyetle,ısrarla bunu söylemeye devam ettikçe, içimizde gıybete karşı soğukluk oluşacak Allah’ın izniyle, hatta gıybet edilen ortamda durmaktan dahi hoşlanmayacağız, bunu belli edeceğiz. Başlarda belki zor olacak ama bunu anlayan çevremiz de kendi yanlış davranışının farkına varıp gıybetlerini azaltacak, böyle böyle inşa olmaya başlayacak yeniden iç dünyamız.

İnsanlara Katkın Ne?

Can alıcı soru işte bu.Çevrene ne veriyorsun? İslam dedik mi ne gelmeli aklımıza:
DİĞERGAMLIK. İslam’ın anlamı bu,mesajı bu,Rabbimizin bizden istediği bu. Tabi ki namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz elhamdülillah. Kulluğumuzu tekamül ettirmek için. Ama gerçek tadı ne ile alabiliriz, Allah rızası için başkalarına yardımcı olmak, ivazsız.. Gerçek samimiyet. Mutlu değilsen acaba çevreni mutlu edecek bir şeyler yapıyor musun? Sadece sen mi mutsuzsun? En mutlu insan, başkalarını kendine en çok tercih eden insandır. Bunun aksini iddia eden yalnızca kendini kandırır. Mevlana’nın dediği gibi; bütün suları, çamurlu su, lağım suyu, deniz suyu, tatlı su … hepsini bünyesinde toplayıp semada berraklaştırıp tertemiz rahmet suları olarak yer yüzüne sunan bulut gibi olabiliyor musun? Çevrendeki tüm olumsuzlukları kendi içinde bertaraf edip hareketinle,konuşmanla,gülümsemenle insanlara ferahlık aşılayabiliyor musun? Yoksa sen de mi olumsuz elektrik saçan topluluğa katılıp her şeyi başkalarından bekliyor, devamlı hadiselerin –sana göre- kötü yanlarını görüyorsun? ’Bir şey ya güzeldir, ya da neticesi itibariyle güzeldir.’

“Hayır bildiğinizde şer,şer bildiğinizde hayır olabilir.Allah bilir,siz bilmezsiniz.”
ayetine ne kadar vakıfsın?

Neyle Tatmin Oluyorsun?

İşte bir can alıcı soru daha. Cevabın para kazanmak,para biriktirmek gibi para eksenli bir cevapsa, emin ol ki sonu olmayan yanlış bir yoldasın. Ama esas vehamet ölçüsü şurdan anlaşılır: Bunun farkındasın ve nefsine zor gelse de değiştirme çabasında mısın, yoksa ‘uydum kalabalığa’ anlayışında mı? Ya da hiç mi farkında değilsin, yani o derece gaflette misin Allah muhafaza?

Beş kalp vardır diyor büyükler:

1-Ölü kalp 2-Gafil kalp 3-Hasta kalp 4-Uyanık kalp 5-Zakir kalp.

1.sinden Allah cümlemizi muhafaza eylesin. Bütün ömrümüzü, kalbimizi 5. seviyeye çıkarmak için uğraşıyla geçirmek zorundayız. Kalbi selime ulaşmak. Çünkü Rabbimizin hesap günü için bizden istediği bu. ‘Zengin ol, fakir ol, komutan ol, başkan ol, profesör ol, doçent ol, bakkal ol, çöpçü ol, kral ol… gel’ demiyor. İmtihan gereği bunların hepsi olabilirsin hayatta. Nitekim en büyük numune Peygamberimiz(s.a.v)’in hayatina bakarsak, bir çok ipucunu görebiliriz.

‘Takva sahipleri olarak can verin.’ diyor Kur’an-ı Kerim’de. Son nefes! Bu öyle bir şey ki, dünya hayatındaki unvanlara hiç benzemiyor. Dünyada profesörlüğü aldın mı, artık ölene kadar profesörsün, değişmez! Kimse elinden almaz. Kalbi selim mücadelesi ise hiç bitmez, inişler çıkışlar..

Karun’un hazineleri meşhurdur, anahtarlarını kalabalık bir cemaatin zor taşıdığını söylüyor Rabbimiz Kur’an’da. İnsanlar hep imrenirmiş biz de onun gibi olsak diye. Günümüzün Karun’larına imrendikleri gibi. Sonu ne oluyor, Tevrat’ı en iyi tefsir edenlerden biri iken, mala istinad ediyor, kayıp gidiyor. İbret!

Medine Müslümanlarından Salebe bin Hatip el-ensari varmış Peygamberimiz zamanında, her vakit cemaate gidiyor, hep O’nun arkasında namaz kılıyor, ‘cami kuşu’ diyorlar.Rasulullah’a gidiyor dua istiyor koyunları, malı mülkü artsın da fakirlere dağıtabilsin diye. Hakkında hayırlısını istemiyor, zengin olmak istiyor. Hem de kötü bir niyetle değil, insanlara dağıtmak, hak sahiplerine hakkını vermek niyeti ile. Sen RAZI olacaksın sana verilen her şeye, sadece mal anlamında değil, sağlık, sıhhat, hastalık, zenginlik, fakirlik her durumda ‘Allah’ım senden geldi razıyım.’ diyebilmek. ‘Zengin olunca her hak sahibine hakkını vereceğim.’ diye söz verecek kadar iddialı konuşabiliyor. Efendimiz (s.a.v), ‘Ya Salebe, şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü eda edemeyeceğin çok maldan iyidir.’ diyor, uyarıyor. ‘Ben sana örnek değil miyim, benim hiç malım mülküm yok.’ diyor. Tekrar tekrar aynı şeyi isteyince, onun malının artması için dua ediyor Peygamberimiz(s.a.v) ve Allah bol bol ihsan ediyor. Koyunları böcek gibi ürüyor. Sonra onlarla uğraşmaktan camiye giderek daha az uğramaya başlıyor. Bir süre sonra Peygamberimizin emriyle gelen zekat memurlarına, ‘Bu istediğiniz cizyeden başka bir şey değil! Siz gidin, ben ne yapacağımı düşüneyim.’ diyecek noktaya geliyor Allah muhafaza. Peygamberimiz (s.a.v), ‘Yazık oldu Salebe’ye!’ diyor.Bunun üzerine onun hakkında: ‘ Onlardan bir kısmı, ‘Eğer Allah bize mal bağışlarsa mutlaka zekat verir ve mutlaka salihlerden oluruz.’ diye söz verdiler. Fakat Allah onlara mal bağışlayınca onu cimrilik ettiler, arka dönüp sözlerinden caydılar. Allah da kendisine verdikleri sözden cayarak yalan söyledikleri için O’nun karşısına çıkacakları güne kadar kalplerine nifak ekmek suretiyle onları cezalandırdı.’ (Tevbe, 75-77) ayetini indirdi. Ayeti haber alıyor, pişman olup en güzel koyunlarını Peygamberimize getiriyor ama ‘Allah onu senden almamı bana yasakladı.’ buyuruyor Efendimiz. Peygamberimiz vefat edince Hz. Ebubekir’e gidiyor, o da almıyor, o vefat edince Hz. Ömer’e gidiyor o da almıyor. Hz. Osman zamanında ise ölüyor. Zekatını gönül hoşluğuyla değil zoraki veren zenginler için ne büyük ibret! Hem de ne büyük ibret!! Son nefes..

(Kaynaklar:Taberi, İbn Kesir, Tevbe 75-77. ayetlerin tefsiri, İbnu’l-Esîr, Üsdu’l-ğabe, 1/237-238; Mecmau’z-zevaid, 7/21-32)

Ne muazzam! Yani TESLİM OL! İslam, teslim aynı kökten geliyor diyor büyükler. Büyük üstat N.F.Kısakürek ne demiş yılların tecrübesinin sonunda:

‘Rabbim öyle emretmiş; ya dize gel, ya kudur!’ Yani teslim olmadıkça, tevekkül etmedikçe iki uçtan birine gidersin, azma kudurma yoluna.

Hepimiz Kendimizi Düzelteceğiz

Bir hadis-i kutside Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ben hükümdarların hükümdarı olan Allah’ım. Hepsinin kalplerinin anahtarı benim elimdedir. Siz doğru olursanız ben de onları doğruya yöneltirim.” Muazzam bir ölçü bizim için. Herkes hak ettiği şekilde yönetilir. ‘Hükümet şöyle kötü, başkan böyle böyle yapmış…’ say dur! En kolay yol. ‘Zalimler şöyle kıymış,Yahudiler böyle yapmış,bizden adam olmaz,bizim millet şöyledir,Müslümanlar tembel,zaman kötü,herkes bozuldu vs vs…’ habire umutsuzluk saç! Niye? Kendi eksiğimizi, kulluktaki eksiğimizi böyle kapatmaya çalışıyoruz da ondan. ‘İnsanlar mahvoldu diyen, asıl kendisi mahvolmustur.’ Hadisini bilsek böyle konuşmaya cesaret edebilir miyiz? ‘Farzlardan sonra en hayırlı ibadet, müminlerin gönlüne sürur vermektir.’ hadisini biliyor muyuz? ‘Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya hayır söylesin, ya da sussun!’ Bu ne demek? Cenab-ı Hak, iki kulak ve bir dil vermiş. Bunun bir anlamı olmalı değil mi? ‘Önce kendi nefsinin terbiyesiyle meşgul ol, sonra başkalarını düzelt.’ buyuruyor. İlahi nizam belli,ayetler belli,hadisler belli. Neden o zaman bu kadar panik yapıyoruz? Çünkü ağaçlara bakmaktan ormanı göremiyoruz.