20 Aralık 2010 Pazartesi

40 HADÎS-İ ŞERİF

1- (Hadîs-i kutsî) Her kim Benim velî bir kuluma düşmanlık ederse Ben de ona harp îlân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihâyet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (âdeta) işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olurum. Benden her ne isterse, onu mutlakâ veririm. Bana sığınırsa, onu korurum.”

Buhârî, Ahmed, Heysemî

2- Yanımda anıldığım kişi bana tam bir salât ü selâm getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim. Allâh’ım! Benimle alâkasını devam ettirenle Sen de alâkanı devam ettir. Benimle alâkasını kesenle Sen de alâkanı kes.

Deylemî

3- Hiçbir kul, kıyamet günü

- ömrünü nerede tükettiğinden

- ilmiyle ne yaptığından

- malını nereden kazanıp nereye harcadığından

- vücudunu nerede yıprattığından

sorulmadıkça bir adım dahî atamaz.

Tirmizî

4- Yeryüzünde Allah’ı en çok kızdıran put, kendisine tapılan hevâ ve hevestir.

Taberani

5- İslâm’ın alâmeti namazdır. Kim ki gönlünü namaza vererek, vakitlerini, sünnetlerini gözeterek namazını edâ ederse, o mü’mindir.

Fezâil-i A’mâl

6-  Bir insanın hidayetine sebep olan, (onu ehl-i sünnet yapan) MUHAKKAK Cennete girer.

Buhari

7-  Senin vasıtanla Allah-ü Teala’nın bir kişiye hidayet vermesi, senin için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.

Taberani

8- Kim hidayete davet ederse, o yola girenlerin bütün sevapları ona da yazılır,diğerlerinin ecrinden bir şey eksilmez.Kim de sapıklığa davet ederse, o yola girenlerin günahları ona da verilir,o kötü yolda gidenlerin günahından da hiçbir şey eksilmez.

Tirmizi

9- Bir mümin vefat edince her ameli kesilir. Yalnız üç amelinin sevabı amel defterine yazılmaya devam eder.Bunlar sadaka-i cariyelerinin, faydalı kitaplarının ve salih çocuklarının kendisi için ettikleri dua ve istiğfarların sevaplarıdır.

Ebuşşeyh

Sadaka-i cariye: cami,çeşme,yol gibi insanlara devamlı faydası dokunan eser.

10-  Bir kimse, bir mümine bir iyilik yapınca, Allahü Teâlâ bu iyilikten bir melek yaratır. Bu melek, hep ibadet eder. İbadetlerinin sevapları buna verilir. Bu kimse ölünce, bu melek, nurlu ve sevimli olarak bunun kabrine gelir. Meleği görünce neşelenir, “Sen kimsin?” der. “Ben, falancaya yaptığın iyilik ve onun kalbine koyduğun neşeyim. Allahü Teâlâ beni, bugün seni sevindirmek ve sana şefaat etmek ve Cennet’teki yerini sana göstermek için gönderdi” der.

Ebuşşeyh

11- Hediyeleşin, zira hediye kalpteki kuşkuları giderir. Komşu kadın, komşusu kadından gelen hediyeyi hakir görmesin, bir koyun parçası olsa bile.

Tirmizi    

12- Fitne fesat yayıldığı zaman sünnetime yapışana yüz şehid sevabı verilir.


Hakim

13- Rabbiniz, rahimdir.Bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana, bir sevap verir.Yapana,on mislinden yedi yüz misli veya daha fazla sevap verir.Kötülük yapmak isteyip de yapmayana bir sevap, yaparsa bir günah yazar, dilerse onu affeder.

Taberani

14- Sizden önceki ümmetlerden bir adam hesaba çekildi; hayır namına hiçbir şeyi bulunamadı. Fakat bu adam insanlarla düşer kalkardı ve zengin bir kimse idi. Hizmetçisine, darda kalan fakirlerin borcunu affetmesini emrederdi. Aziz ve celil olan Allah: ‘Biz affetmeye ondan daha layıkız, onu affediniz.’ Buyurdu.

Müslim

15-  Bir kimsenin harcadığı en faziletli dinar, çoluğuna çocuğuna ve Allah yolunda hayvanına harcadığı dinar, bir de yine Allah yolunda arkadaşına sarfettiği dinardır. Muhakkak ki çoluk çocuğuna harcadığın bir şey sadakadır.

Müslim

16- Her kim ailesi emniyette, vücudu sıhhatte sabahlarsa; bir günlük yiyeceği de yanında bulunursa, sanki bütün dünya ona verilmiştir.

Tirmizi, İbn Mace

17- Ademoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları dile ricada bulunup ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!’ der.

Tirmizi

18- Namaz! Namaza dikkat ediniz! Malik olduğunuz (köleler,kadınlar ve çocuklar) hakkında Allah’tan korkun! (Resul-i Ekrem’in son sözleri)

Ebu Davud

19- Beş vakit namazı cemaatle kılan, Sırat Köprüsü’nü şimşek gibi geçer.

Taberani

20- Bir kimse kırk gün sabah namazının ilk tekbirine yetişirse, kendisine iki berat yazılır: Cehennemden kurtuluş beratı ile münafıklıktan eminlik beratı.

Ebuş-şeyh

21-  Her namaz vakti camiye giden, ya Allah yolunda istifade edeceği bir ahiret kardeşi bulur, ya güzel bir ilme, ya hidayetini artıracak veya onu sapıklığa düşmekten muhafaza edecek bir kelimeye yahut rahmet-i İlahiyyeye mahzar olur.

Taberani

22- Sabah namazını cemaatle kılan, Allah Teala’nın himayesindedir.


İbni Mace

23- Bir kimsenin câmilere gitmeyi îtiyâd hâline getirdiğini görürseniz, onun îmanlı olduğuna şâhitlik edin. Çünkü Allâh Teâlâ şöyle buyurmuştur:


إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ

«Allâh’ın mescidlerini ancak Allâh’a îmân edenler îmâr ederler…» (et-Tevbe, 18)”

İbn-i Mace

   NOT: Mescidlerin maddi bakımdan imarı kadar,cemaate devâm etmek sûretiyle mânen mâmur kılınması da son derece mühim bir kulluk vazîfesidir.

24- Sizden biri abdest alır ve bunu güzelce yapar da namaz için çıkarsa, sağ ayağını her kaldırdığında Allâh Teâlâ onun için bir hasene yazar, sol ayağını her koyduğunda da bir kötülüğünü siler, câmiye ister yakın olsun ister uzak. Câmiye gelir cemaatle namaz kılarsa günahları affedilir. Şâyet câmiye geldiğinde namazın bir kısmını kılmışlarsa onlara uyar ve sonra da kaçırdığı rekâtları tamamlarsa yine aynı hüküm geçerlidir. Şâyet câmiye geldiğinde cemaat namazı kılıp bitirmiş olur, bu kimse de namazını kendi başına kılarsa, yine aynı hüküm geçerlidir.

Ebû Dâvûd

25- Günde iki rekat kuşluk namazı kılanın günahları denizlerin köpüğü kadar olsa affedilir.



İbni Mace, Tirmizi, Ebu Davud

26- Herkesin eklem yeri kadar sadaka vermesi gerekir. Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe mani olmaya çalışmak birer sadakadır.İki rekat kuşluk namazı ise bütün bunları karşılar.

Müslim
27-   Teheccüd namazı, günahları affettiren salihlerin ameli olup hastalıklara da şifa verir. Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece kılınan teheccüd namazıdır.
 
Tirmizi,Müslim
 
28-  Yedi kimseyi Allah-u Teala kendi gölgesinden başka gölge olmayan kıyamet gününde kendi gölgesi altında barındıracaktır:

Adalet sahibi devlet başkanı.

Rabbine ibadet ve itaatle yetişmiş genç.


Gönlü mescidlere bağlı olan kimse.


Allah için birbirini seven, Allah için birleşen, Allah için ayrılan iki kişiden her biri.

Asil ve güzel bir kadın tarafından çağırıldığı halde ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek haramı işlemeyen erkek.


Allah yolunda harcadığından solundaki haberdar olmayacak kadar gizli sadaka veren adam.

Tenhada Allah-u Teala’yı zikredip de gözü dolup taşan kimse.

Buhari,Müslim

29-  

Tirmizi

30- Allah-u Teala’ya günah işlemeyen dil ile dua edin. Birbirinize dua edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştir.

Tergibüs-salat

31- Kim bütün mü’minlerin affedilmesi için istiğfâr ederse, Allah Teâlâ ona her bir mü’min için bir hasene yazar.



Heysemî

32- Bir müslüman dua eder de, günah bir şeyi istemez veya akrabası ile alâkasını kesmeyi arzu etmezse, Allah ona şu üç şeyden birini mutlaka lutfeder:


-Ya dileğini hemen yerine getirir,


-ya isteğini onun için âhirete saklar,


-veya duası nisbetinde bazı kötülükleri ondan uzaklaştırır.

buyurmuştu.


Efendimiz (s.a.v)’in bu sözü üzerine, orada bulunanlardan biri:

“–O takdirde biz Allah’tan çok şey isteriz” deyince Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:


“–Allah’ın lûtfu, sizin istediğiniz şeylerden daha çok ve geniştir” buyurdu.

Ahmed, Tirmizî

33- Kişinin KENDİ MALI, HAYIR YAPARAK ÖNCEDEN (AHİRETE) GÖNDERDİĞİDİR (KIYAMET GÜNÜ'NDE ÖDÜL OLARAK ONU BULUR.); harcamayıp geri (dünyada) bıraktığı ise, ancak mirasçısının malıdır.

Buhari

34- Her kim kız çocuğu olur da onu terbiye eder ve terbiyesini güzel eder, gıda verir ve gıdasını güzel verir ve Allahu Teala’nın kendisine verdiği nimetlerden ona da bolluk gösterirse, o kız çocuğu onun için bereket ve Cehennemden kurtarıp Cennete girmesi için bir kolaylık vesilesi olur.

İhya

35- Sadakanın en faziletlisi; sen sıhhatte, mala düşkün, zenginlik emeli ve fakirlik korkusu içinde bulunurken sadaka vermendir. Can boğaza ulaşıp da ‘falana bunu verin’ diyeceğin zamana kadar hayrı geciktirme. Haberiniz olsun ! Ölüm yaklaşınca, zaten mal mülk mirasçıya aittir.

Müslim

36- Sadaka vermeye devam edenin rızkı artar ve duâsı kabûl olur.

İbni Mace

37- Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:



“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, bu nasıl olur?” diye sordular.


Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi:

“–Bir adamın iki dirhemi vardı, bunlardan birini tasadduk etti. Diğerinin ise çok malı vardı, malının kenarından yüz bin dirhem aldı ve onu tasadduk etti.”

Nesâî

38- Ödemek niyetiyle borçlanan kimseyi Yüce Allah borcunu ödemeye muvaffak kılar, ödeme niyeti olmayanın da malının bereketini giderir ve ödemeye muvaffak olamaz.

Buhârî, İbn Mâce

39- Rabbini zikredenle zikretmeyen kimsenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.

Buhârî

***40- Birgün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:




“Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim. Onları ne kadar da özledim!” buyurdu. Ashâb-ı kirâm:

“–Biz Senin kardeşlerin değil miyiz yâ Rasûlallâh?” dediler. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- da:

“–Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdular.

Müslim

Rabbim, hadîs-i şerifleri ezberleyip, içeriğiyle amel edebilmeyi hepimize nasib eylesin. -Amin-








 










 Sıkıntılı iken duasının kabul edilmesini isteyen, refah zamanında çok dua etsin.

12 Aralık 2010 Pazar

ALLAHÜMME SALLİ ALÂ SEYYİDİNÂ MUHAMMEDİN TIBBIL KULÛBİ...

"Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin tıbbil kulûbi ve devâihâ ve âfiyetil ebdenî ve şifâihâ ve nûr ebsârî ve ziyâihâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim."

Mânâsı:

"Efendimiz Muhammed (s.a.v)'e salât ve selam olsun.
O, kalblerin tabîbi ve devasıdır.
O,bedenlerin âfiyeti ve şifâsıdır.
O,gözlerin nûru ve ziyâsıdır.
O'nun âl ve ashabına selam olsun."

Sabah ve akşam namazlarından sonra 11'er defa okuyalım inşallah.

25 Kasım 2010 Perşembe

SABAH-AKŞAM OKUNACAK DUA (ERKAM TAKVİM ARKASI)

Osman b. Affan (r.a)'dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:


"Kim her sabah ve akşam üç defa;

-Bismillâhillezî lâ yedurru mea'smihî şey'ün fi'l-ardı velâ fi's-sema' ve hüve's-semîu'l-alîm. (İsmi sayesinde yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah'ın adıyla. O, her şeyi işitir ve bilir.)

derse, ona hiçbir şey zarar veremez."

(Ebû Dâvud,Edeb 101/5088; Tirmizî,Deâvât 13)

Bu hadîs-i şerîfi Hz. Osman'dan oğlu Ebân duyup rivâyet etmişti. Bir gün Ebân'a ansızın hafif bir felç geldi. Bu hadîsi ondan işiten biri, Ebân'ın yüzüne bakmaya başladı. Bunu farkeden Ebân:

"Niçin bana öyle bakıyorsun? Allah'a yemin olsun ki, ben Osman adına yalan uydurmadım. Osman da Hz. Peygamber adına yalan uydurmadı. Fakat bugün olan oldu. Çünkü ben öfkelenmiştim de bu duayı okumayı unutmuştum." dedi.  (Ebû Dâvûd,Edeb 101/5088) 

Muhaddis ve fakih bir tâbiî olan ve yedi yıl Medîne valiliği yapan Ebân'ın bu duayı her gün muntazaman okuması, o mübarek neslin bu derin mânâlı duaya verdiği ehemmiyeti göstermektedir.

(Erkam Takvimi)

11 Kasım 2010 Perşembe

PEYGAMBERİMİZİN EN ÇOK SÖYLEDİĞİ DUA

"Ya mukallibel-kulubi sebbit kalbi ala dinike "

"Ey kalpleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl"



Tırmizi'de,Şehr ibn-i Havşeb (RA)rivayet ediyor.


Hz. Şehr, Ümmü Seleme (RAnha)'dan:


"Ey mü'minlerin anası!

Resul-i Ekrem Efendimiz yanınızda bulundukları zaman

en çok yaptığı dua neydi?" 

diye sordum.

Ümmü Seleme Hazretleri:


"  'Ya mukallibel kulubi sebbit kalbi ala dinike.


Ey kalpleri çeviren Allah!


Benim kalbimi hak dininin üzerinde sabit kıl.'

diye dua ederdi.'   

cevabını verdi.

http://www.mumsema.com/

5 Kasım 2010 Cuma

ŞİFÂ ÂYETLERİ

ŞİFÂ ÂYETLERİ


وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ          *


"Ve yeşfi sudûra gavmim mü'minîn."
 
"Allah, mü'min bir topluluğun kalplerine şifâ versin/gönüllerini ferahlatsın."
 
                                                                                        (Tevbe, 14)
 
 
 
 
 
 
 
                          وَشِفَاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ       *
 
"...Ve şifâül limâfissudûri..."
 
"...Gönüllerdeki dertlere şifâdır..."
 
                                   (Yûnus,57)
 
 
 
 
 
 
                    يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ         *
 
"...Yahrucu min butûnihâ şarâbum muhtelifun elvânuhu fîhi şifâüllinnâs." 
 
"...Onların (arıların) karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır..."
 
                                                                                                                                      (Nahl,69)
 
 
 
 
 
 
 
                                                     وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ          *
 
 
"Ve nünezzilü minel gur'âni mâ huve şifâuv ve rahmetül lil mü'minîn..."
 
"Biz Kur'ân'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü'minler için şifâ ve rahmettir..."
 
                                                                                                (İsrâ,82)
 
 
 
 
 
 
                                                               وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ         *
 
"Ve izâ maridtu fehuve yeşfîn."
 
"Hastalandığım zaman bana şifâ veren O'dur."
 
                                                  (Şuarâ,80)
 
 
 
 
 
 
                                                         قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاءٌ        *
 
"...Gul huve lillezîne âmenû hudev ve şifâun..."
 
"...De ki: O (Kur'ân), inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifâdır..."
 
                                                                                                                    (Fussilet,44)
 
 
Kaynaklar:  1-http://www.kuranmeali.com/
                     2-www.dualarzikirler.com
 
 
NOT: Bir büyük Allah dostu, bu âyetlerin hastalar tarafından sabah-akşam okunması ile, biiznillah şifâ bulunacağını söylemiştir. Allah, himmetlerini üzerimize hâzır eylesin.   -Âmîn.-

1 Kasım 2010 Pazartesi

SORUYORUM SİZLERE (ERKAM TAKVİM ARKASI)

Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?

Tanıtımın demo, sunucunun spiker, gösteri adamının showman, radyo sunucusunun disjokey, hanımağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?

Dükkanın store, bakkalın market, torbanın poşet, mağazanın super,hiper,gross market, ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?

İlân tahtasının bilboard, sayı tablosunun skorboard, bilgi alışının brifing, bildirgenin deklarasyon, merakın,uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?

Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı, beldelerin girişinde welcome, çıkışında goodbye okuyanınız var mı?

Korumanın,muhafızın bodyguard, sanat ve meslek pîrlerinin duayen, îtibarın,saygınlığın prestij olduğunu bileniniz var mı?

Sekinin,alanın platform, merkezin center, büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final, özlemin,hasretin nostalji olduğunu öğreneniniz var mı?

İşhanımızı plaza, bedestenimizi galeria, sergi yerlerimizi center room, showroom, büyükşehirlerimizi mega kent diye gezeniniz var mı?

Yol üstü lokantalarımızın fast food, yemek çeşitlerimizin menu, hesabını adisyon diye ödeyeniniz var mı?

İki katlı evinizi dubleks, üç katlı komşu evinizi tribleks, köşklerinizi villa, eşiğinizi antre, bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?

Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik, vurguncunun spekülatör, eşkıyanın mafya, desteğe, bilemediniz koltuk çıkmaya sponsorluk diyeniniz var mı?

Mesîreyi,kır gezisini picnic, bilgisayarı computer, hava yastığını air bag, eh pek olasıcalar, oluru pekâlâyı okey diye konuşanınız var mı?

Çarpıcı, önemli haberler flash haber, yaşa,varol sevinçleri oley oley, yıldızları star diye seyredeniniz var mı?

Virvirik dağının tepesindeki köyde cafe show levhasının altında acının da acısı kahve içeniniz var mı?

Toprağımızı,bayrağımızı,inancımızı çaldırmayalım derken dilimizin çalındığına, talan edildiğine, özün el diline özendiğine içi yananınız var mı?

Masallarımızı,tekerlemelerimizi,atasözlerimizi unuttuk. Şarkılarımızı,türkülerimizi,ninnilerimizi kaybettik.

TÜRKÇE'MİZ ELDEN GİDİYOR.Dizini döveniniz var mı?

Karamanoğlu Mehmed Bey'i arıyorum. Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?

YUSUF YANÇ

(Bu çalışma Türk Dil Kurumu tarafından ödüllendirilmiştir.)

24 Ekim 2010 Pazar

ŞEMS SÛRESİ'NDEN ÂYETLER (NEFSİNİ ARINDIRAN KURTULUŞA ERMİŞTİR.)

ŞEMS  SÛRESİ


Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına

2. Güneşi takip ettiğinde Ay'a,

3. Onu açığa çıkarttığında gündüze,

4. Onu örttüğünde geceye,

5. Gökyüzüne ve onu bina edene,

6. Yere ve onu yapıp döşeyene,

7. Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene,

8. Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki,

9. Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.

10. Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.

Diyanet Vakfı Meali

19 Ekim 2010 Salı

NAMAZ,NAMAZ,NAMAZ...

Namazı hayatımın tam göbeğine yerleştirdiğim günden beri huzurun ne olduğunu öğrendim. "Dersim bitsin ondan sonra, dizi bitsin ondan sonra, maçın devre arasında, biraz uyuyayım sonra" dediğim günlerle, ezanı daha duymadan camiye gidip orada beklediğim, ezanın üstüme okunduğu bu günlerim arasında dağlar kadar fark var. Namaz, hayat koşuşturmacasının arasına sıkıştırılacak bir mola, ödeyince rahatlayacağımız bir taksit değildir. Namaz, hayattaki en büyük anlamımızdır. Namazı hayatın arasına sıkıştırmakta değil, hayatı namazdan arta kalan zamanlar olarak görmekte büyük yarar var ruhumuz açısından. Rabbimiz bize, namazı her türlü zorlukta, rahat zamanımızda, hastalıkta, askerde, gençlikte-yaşlılıkta, her durumda devamlı kılıp kılmayacağımızın testini yapıyor. Eğer tüm engellere rağmen onu bırakmaz, ona yapışırsak, o zaman kolaylaştırıyor, kapıları açıyor, tabiri caizse omuz veriyor bize. İbadeti bize kolaylaştırıyor o zaman, o sınavları verebildikçe. Hele ki sabah namazına camiye doğru yönelmek, -bunu ısrarla devamlı yapınca- tadına doyulmaz bir nîmet oluyor. O saatlerde ortalık farklı kokuyor. Sanki bitkiler, huzurun fotosentezini yapıyor. Hepsi en yoğun şekilde tesbihini çekiyor,Allah'ı zikrediyor ama bizim gibi acizlere değil Yûnus gibi onu görebilene. "Sordum sarı çiçeğe" diye çiçekle konuşabilene. Ahh namaz, sen ne tılsımlı bir huzur kaynağıymışsın meğer! Elhamdülillah...

14 Eylül 2010 Salı

CENNET SOHBETİ (M.Sâmi Ramazanoğlu (k.s) - Bayram Sohbetleri)

Cenab-ı Hak, cennette herkese mutlaka bir kürsü vermiştir, her mü'min hangi kapıdan gireceğini, hangi kürsüye oturacağını hiç şaşırmadan bilir. Bütün peygamberler makamlarına yerleşir. Evvela Dâvud (a.s)'a Zebur'dan bir parça okuması emrolunur, o da güzel sesiyle okur. Sonra her peygamber kendi kitabından okur, en son da Hazret-i Peygamber Efendimize gelince, o da Kur'an-ı Kerim'den Sûre-i En'âm'ı okur. Cennet ehli bunun tekrar tekrar okunmasını isterler, her gün okumaya devam olunur.

Cenab-ı Hak cemâliyle tecelli buyurur ve mü'minler tam üç yüz sene Allah'ın cemâline bakarlar da gözleri kamaşmaz, gözlerini kırpıştırmaz ve bakmaya doyamazlar. Buyurur ki:

"Ey kullarım! Ben sizden razıyım, siz de Ben'den razı mısınız?" Mü'minler:

"Ya Rabbi! Bundan daha büyük bir nîmet mi olur ki Sen'den razı olmayalım! Daha ne isteyebiliriz? Sana hamd olsun." diye sevinirler. Cenab-ı Hak da onlara:

"Haydi öyleyse, makamlarınıza gidin zevcelerinizle görüşün." der.

Bunun üzerine mü'minler koşarak makamlarına varırlar ve zevcelerini görürler, fakat bambaşka bir halde bulurlar ki, onlar da nûra garkolmuşlardır, şöyle konuşurlar:

"Sen ne kadar nûrlanmışsın, seni hiç bu kadar güzel görmemiştim!"

"Ben de seni hiç görmediğim bir halde nûrlanmış ve güzelleşmiş gördüm."

Firdevs cennetinde bir vadi vardır ki oraya Mezid vadisi denir, oranın her yeri nûrdan minberlerle doludur. Cumâ günü olunca peygamberler o minberlere çıkarlar. Sıddîklar, şehidler ve salihler de zümrüt ve zebercetle süslü altın kürsülere çıkarlar, bütün cennet ehli de minberlerin etrafında toplanır. Hepsi birden Allah'a hamd ederler. Allah Teâlâ mü'minlere:

"Size bugün başka bir ihsanım daha var!" diyerek cemâliyle tecelli eder.

Bu cemâl tecellîsine her hafta nâil olanlar vardır ki, bunlar çocukluklarından ömürlerinin sonuna kadar Allah'a îmân, taat ve zikir ile yaşayanlardır.

Cemâlullahı ayda bir defa görmek şerefiyle ikram olunanlar vardır ki, bunlar da, Allah'ın taat ve zikrine gençliklerinin bir kısmını isyanda geçirdikten sonra, daha gençlik elden gitmeden dönüp de ömrünün sonuna kadar îmân ve zikirle yaşayanlardır.

Cemâlullahı seyretmeye yılda bir kez mazhar olanlar vardır ki, onlar da ihtiyarlıklarında kulluğa başlamış kimselerdir.

İlk tecellîde olmak üzere, sadece bir defa görenler de vardır ki, bunlar ömürlerini isyanla geçirip sonradan tevbe istiğfar etmiş ve affolunmuş olarak âhirete göçmüş olanlardır.

Allah'ı göremeyenler de olacaktır ki, bunlar Mûtezile taifesidir. Çünkü bunlar, En'âm Sûresi 103. âyete dayanarak Allah'ın hiçbir yerde hiçbir zaman gözle görülemeyeceğine inanırlar. Halbuki Kıyâme Sûresi 23. âyette:

"Rablerine bakacaklardır."  müjdesi verilmektedir.

(Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Bayram Sohbetleri Kitabı)

SANATÇI ÇELİK'E ÇAĞRI

Türk Pop Müziği'nin güzel sesli sanatçılarından Çelik'in bir parçası vardı. "Afedersin" diye. Söz ve müziği çok güzel bir parçaydı. Parçanın sözleri şu şekilde:

Her gün yeni bir şeylerden vazgeçiyorum,
Dün de canımdan vazgeçtim sonuna kadar.
Değersin her bir saat yeniden ölsem de,
Kaldı ki ben kimim ki ölmüşüm kalmışım!
                       *
Afedersin halime itiraz etsem de,
Can fazla gelir sen varken hücrelerimde,
Haykırırım isteyenin bir yüzü kara,
Vermeyenin nûr olsun böyledir bizde!

Geçenlerde aklıma, bu parçanın sözlerini şöyle uyarlamak geldi:

Her gün yeni bir şeylerden vazgeçiyorum,
Dün de canımdan vazgeçtim sonuna kadar.
Değersin her bir saat yeniden ölsem de ey Muhammed(s.a.v),
Kaldı ki ben kimim ki uğrunda, ölmüşüm kalmışım!
                              *
Afedersin halime kulluk edemesem de,
Can fazla gelir sen varken hücrelerimde,
Can de senin, mal da senin, her şey de senin/anam babam da senin,
Bir kere yüzünü göster/Gülyüzünü bir göster rüya olsa bile!..

Sayın Çelik Bey'den parçayı bir de bu sözlerle söylemesini rica ediyorum. Zaten bütün aşkların maksadı, ilahi aşka ulaşmak değil mi? Leyla Mevla'yı bulmada vasıta olmasa ne işe yarardı?!

6 Eylül 2010 Pazartesi

SALİHLERLE BERABER OLMAK

Un dolu bir kova düşünelim. Bu kovanın içine bazı nesneler attığımızı düşünelim. Beyaz bir şey atsak daha da beyazlaşır, siyah bir şey atsak bir miktar beyazlaşır, ne renk madde atarsak atalım, unun o beyazlığından mutlaka ona da bulaşır.

İşte salihlerle beraber olmak da, insanın manevî durumu ne halde olursa olsun mutlaka ama mutlaka gelişmesine yardımcı olur. Un dolu çuvala düşen nesne nasıl beyazlaşıyorsa, salihlerin arasına düşen insan da nasibini alır. Salih insanın kim olduğunu ise, hadisler ve Allah dostlarının numûne sözlerinden hareket ederek bulmaya çalışmalıyız. Örneğin, Hz. Ebûbekir (r.a), salih insanın dört vasfından bahsederken, bir özelliğini "başkasının hidayete ermesine sevinen insan" olarak nitelemiş. Yakın zamanda vefat eden bir büyük Allah dostu da mesela, "devamlı Peygamber Efendimizden, sahabelerden, evliyadan bahseden insanlar" olarak tanımlamış salih insanı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) kütübü sittede yer alan bir hadîs-i şeriflerinde, "Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatanlarınızdır." buyuruyor.

Hepimiz çevremizin salih insanlardan oluşması için çaba harcamalıyız. Onların arasına katılmaya, sohbetlerinden istifade etmeye çalışmalıyız. İnsan kendi farkedemese bile, iyi insanlarla oturup kalktıkça onların her türlü güzel hâllerinden etkilenecektir, yanlış davranışları düzelmeye başlayacaktır. Bir büyük Allah dostu da (Allah hepsinden razı olsun), bu konunun önemini belirtmek için şöyle bir örnek vermiş: "Trenin vagonlarından dolu olanlar da, boş olanlar da vardır. Ama birbirine bağlı olduğu sürece, dolusu da boşu da hepsi hedefe varır."  

3 Eylül 2010 Cuma

ALLAH'A YAKLAŞMAK

Vâkı'a Sûresi'nde kıyamet günü diriltilecek olan insanları üç sınıf olarak ayırıyor Cenab-ı Hak : Biri Ashâb-ı Meymene (Ashaâb-ı Yemîn), biri Ashâb-ı Meş'eme (Ashâb-ı Şimal), diğer sınıf ise Mukarrebler.

Ashâb-ı yemîn tasvir ediliyor, cennetteki güzel hallerinden bahsediliyor, ashâb-ı şimal tasvir ediliyor, cehennemdeki korkunç hallerinden bahsediliyor. Mukarrebler ise Allah'a yakınlık kazanmış olanlar, dünyada iken hayırda yarışmış olanlar, yalnızca zekatlarını vermekle kalmamış, imkânlarını maddî-manevî zorlayarak ihtiyaç sahiplerinin peşinde olanlar, daima Allah'ın rızasını gözlemiş olanlar. O halde bu sınıfta yer alabilmeyi istememiz lazım. Orası için çabalamamız lazım.

 "Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birre nâil olamazsınız ve her ne şey infak ederseniz şüphe yok ki, Allah Teâlâ hakkıyla bilir." (Âl-i İmran,92. Ömer Nasuhi Bilmen Meali) buyuruyor Rabbimiz. Demek ki birre vasıl olabilmek için, iyiliğe ihsana nail olabilmek için,Allah'a yaklaşabilmek için sevdiklerimizden vermemiz şart! Kendimiz için iyi gördüğümüz,hoşumuza giden şeylerden Allah için başkalarına vermek,onları kendimize tercih edebilmek,fedakarlık yapabilmek.

Savaşta şehit olmak üzere can çekişirken,bir damla suya muhtaçken kendilerine getirilen suyu her biri bir diğerine ikram ettiği için üçü de suyu içemeden şehit olan üç asker, bu doyumsuz tadı yaşadı son anlarında. Bu tadın ismine "îsar" deniyor. İşte bu doyumsuz tada ulaştığımızda, vermek bizim için tam bir zevk haline gelecek ve aklımız fikrimiz hep infak duygusu,infak coşkusu üzerinde olacak inşallah!Rabbim hepimize bol bol vermeyi,gönülden gelerek,sevgi dolu ve devamlı vermeyi nasib eylesin.

31 Ağustos 2010 Salı

EN'AM SÛRESİ 151'DEN İTİBAREN...

EN'AM SÛRESİ ÂYET-İ KERÎMELER


151. De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.



152. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.


153. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.


154. Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler.


155. İşte bu (Kur'an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin.


156. "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (hıristiyanlara ve yahudilere) indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik" demeyesiniz diye;


157. Yahut "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz diye (Kur'an'ı indirdik). İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.


158. Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz! *


159. Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.


160. Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.


Kaynak: Diyanet Vakfı Meali

27 Ağustos 2010 Cuma

Yakarışlar...

İlâhî, kaderim döndü dolaştı bir çıkmaza kilitlendi. Şimdi ne yana dönsem her yer uçurum. Sen'den bir şey istemeye yüzüm yok. Bu uğradıklarım, kendi ettiklerimin faturasıdır.




Ama Sen Rahman'sın; bize, yaptıklarımızla değil, sınırsız merhametinle muamele edensin.



Boğazıma kadar bataklığa saplandım. Hiçbir yol yordam bilemedim; "Yap!" dediklerini yapmadım, "Yapma!" dediklerinden sakınmadım. Dünyaya daldım, bütün hücrelerim istikamet kaçkını, geceler boyu yanlış yolları adımladım, yasak meyvelere hücum ettim. Anlık zevklere balıklama daldım da, sonumu hiç düşünmedim. İçimdeki bütün ikaz levhalarını görmezden geldim. Bir kulunun beni çarpık durumumda görmesinden sıkıldım da, ezelden ebede her şeyi her haliyle gören Sen'den utanmadım.



Ama Sen 'gizli ayıpların perdesini kaldırmayan'sın. İçimde ufak da olsa bir pişmanlık parıltısı ve bir gün ayağa kalkıp istikamet üzere yürümeye dair bir ümit kırıntısı varsa, Sen en isabetli mehil vericisin.



İlâhî! Muazzam bir servetin müsrif ve nankör bir mirasyedisi oldum. Bana verdiklerinin kıymetini bilemedim. İçimde, gelecek nesillere taşıyabileceğim bir 'emanet şuuru' filizlendiremedim. Yarını, onun da ötesinde 'büyük gün'ü düşüneceğime, çoğu zaman günübirlik yaşadım. Bu yüzden hep düştüm, hep kaybettim. Bütün dünyayı ihya edecek bir serveti ayaklara düşürdüm. Böylece Sen'in nazarında 'zelil' olanlara el açar duruma düştüm.



Ama Sen iyilik ve nimetleri karşılıksız olarak verensin, kalbleri evirip çevirensin, düşüp yuvarlananları tekrar yüceltensin.



İlâhî! Sen'in yarattıklarına bakışımı usûlünce ayarlayamadım. Sen'in sonsuz bir merhamete sahip olduğunu bile bile, insanları kendi dar bakışıma göre değerlendirmeye, damgalamaya kalktım. Şümûllü bir tanıma çabası yerine sınırlı bildiklerimle insanları karaladım, yakında olsun, uzakta olsun, insanların niçin böyle davrandıklarının ve dediklerinin sebeplerini araştırmak yerine, o davranışı veya o sözü şaşı bir bakışla muhakemeye kalkıştım ve her seferinde de yanıldım. Çünkü Sen her insanı tek cepheden bakılarak anlaşılamayacak kadar kompleks ve mükemmel bir ruh ve şahsiyetle yaratıyorsun.



Ey Merhameti Gazabını Geçen! Ben kim oluyorum da bir insanı küçük bir yanlışı yüzünden mahkum ediyorum. Asıl ölçü, 'Tartı gününde hükmünü ortaya çıkaran Sen'sin' hakikatı değil mi? Ben kim oluyorum ki, insanları keskin bir ak-kara çizgisine mahkum ediyorum.



İlâhî! Bugüne kadar içimde ne kadar pişmanlık biriktirdiysem hiçbirinden tutunacak bir dal yeşermedi. Pişmanlığım kaygan bir yamaca konduğundan boşluğa yuvarlandı. Bu arsız nefsime hiç söz geçiremedim. Sürekli 'Yarın, yarın..' deyip durdum. Ama bu yarınlar öyle birikti ki, altında ezilecek duruma geldim. Benim gafletimden biriken kir balyaları, yeryüzüne bin defa yeniden gelsem de temizleyemeyeceğim kadar birikti.



Ama Sen isyankârlara bile müsamaha edensin, musibetleri hafifletip zorlukları kolaylaştıransın. Feryatla kendisine koşanların yangını söndürensin.



İlâhî, öte tarafa azık hazırlığı yapamadık. Her taraf cayır cayır. Sağduyu, acıma, yardımlaşma, diğerkâmlık, hoşgörü duyguları kalblerin en derin yerlerine kaçmış sanki. Ve ben bugüne kadar etrafımda olup biten bütün çarpıklıkları hep başkalarından bildim. Hiç dönüp aynaya bakmadım. Kendi yanlışlarımı, hep gündem dışına ittim de başkalarınınkini devleştirip atışa geçtim. Bilmiyordum ki, benim yanlışlarımın başkalarınınkini semirten güçlendiren, teşvik eden gizli uzantıları vardır. Bilmiyordum ki, bu 'ben' kendi içine tutarsa aynayı, etraftaki karanlığın kendi içinden çıktığını görecekti. Ne yazık ki bu "ben" bu gerçeğe yüz çevirerek, geçici heveslerin, menfaatlerin kirli sularında debelenmeyi tercih etti.



Ama Sen her şeyi kendi nuruyla aydınlatansın. Her gizliyi aşikâr edensin, her şeyi her haliyle görensin, ilmi her şeyi kaplayansın.



İlâhî, insanlık olarak hayatı manasız bir eşya, kavram kalabalığına boğduk, gereksiz bin bir ihtiyaç icat ettik, sonra da bunları vazgeçilmezler tahtına oturttuk. Ve her gün boğaz boğaza gelip nice ıvır zıvır yüzünden kalb kırdık, birbirimizi yaraladık, hatta öldürdük. Sen'in ölçülerinle 'kıymetli' olanı görmezden geldik, hiçbir değeri olmayanı devleştirip başımıza bela ettik. İlâhî, fıtratın tabiî dengesini alt-üst ettik. Hava, toprak, tabiat, bizim yanlış tasarruflarımız, hırs ve çıkar emellerimiz yüzünden dengesini yitirdi. Soluduğumuz havanın sıhhatinden şüphe eder olduk. Toprak ürün vermez oldu, suyun bile tadı kaçtı.



Ama Sen her şeyi yeniden düzene koyup, maddî-mânevî kirlerden temizleyensin.



Ey tohumları sümbüllendiren, bize yeniden boy verip serpilme fırsatı tanır mısın? Ey ancak kendisinden kurtuluş istenen, kurtuluşu başka yerlerde arayan biz şaşkınlara basiret verir misin? Aslında bunu hak etmesek de?



Ey bütün mahlukata yumuşaklıkla muamele eden, günahkârlara ceza vermekte acele etmeyen, her şey olup bitmeden bize kendimize dönme iradesi ve gücü verir misin?



Ey sanatlı eserlerin sanatkârı, bize gerçek sanatın sırlarını kavratmanı diliyoruz.



Ey gurbettekilerin sahibi, bu ruh gurbetinden çektiğimiz acılarımızı hafiflet.



Ey çaresizlerin duasına cevap veren, bizi gerçek dua şuuruyla donat, istemeyi bilenlerden

eyle!



Ey her şeyden sevgili, bizi gerçek sevgiyi sahtesinden ayırt edebilip, sahte sevgiye yüz vermeyenlerden eyle!



Ey en iyi can yoldaşı, ey sonsuz ikram sahibi, ey kimsesizlerin kimsesi, ey gönlü kırıklara acıyan, ey sessiz inleyişlerin imdadına koşan, ey kullarını kötü akibetlerden sakındıran, ey itilip kakılmışların izzet kucağı, ey kırık dökükleri tamir eden ve ihtiyaçları gideren, ey sığınmak isteyenlerin sığınağı! Bu gurbet, duyarsızlık, hissizlik, itilmişlik, yıkılmışlık, gadre uğramışlık, dışlanmışlık, parçalanmışlık çölünde bizi yalnız bırakma. Hepimize yeniden derlenip toparlanma fırsatı ver, tekrar birbirimize tutunma şuuru ver. Bütün insanlığı kucaklayacak ızdırap duyma hassasiyeti ver. Bizi kendi nefsimizle baş başa bırakma, bizi bir an bile Sen'in gözetleyiciliğinden, koruyuculuğundan, rehberliğinden, uyarıcılığından uzak tutma!...

26 Ağustos 2010 Perşembe

Ümidini Kaybetme...

Diyelim başınıza istemediğiniz bir olay geldi.


Yıkık, perişansınız. Kimse ile görüşmek istemiyorsunuz.

Çoğunluk size küsmüş gibi. Yalnızsınız.

Herkes benden uzak, herkes bana kırgın düşüncesi içinde çöküntü yaşıyorsunuz.

Yalnızlığınızın karanlık mağarasına şu ayet bir güneş gibi doğuyor:

Rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı (Duha-3)

Kim kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, kim terk ederse etsin.

Rabbim terk etmiyor, kırılmıyor ya, ne gamı .. Bu ne büyük ferahlık değil mi? ..

Başınızda ağır bir dert var. Sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor.

Sanki bu sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi.

İşte o an ayet yetişiyor imdada:

Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var! (İnşirah-5/6)

Garantiyi veren Allah! ..

Hem de ne garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık geleceği mutlaka ifadesi ile pekiştirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor.

Ayet; kolaylığın zorluk içinde saklı olduğunu, çözümün sorunda gizli olduğunu da fısıldıyor.

Bu manayı duymuş olan Niyazi Mısri(k.s) şöyle demiş :

Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş...

Maddi sıkıntınız hat safhada. Yoksul düştüğünüzü hissediyorsunuz.

İflas ettiniz.. Sıfırı tükettiniz yani.

Nasıl ayağa kalkarım düşüncesi içinde boğulurken ayet size yeni bir ümit veriyor:

Eğer yoksulluktan korkarsanız, ALLAH dilerse lütfuyla sizi zengin kılar.

Şüphesiz ALLAH hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.(Tevbe-28 )

Bir yakınınız ölümcül hastalıkla yatağa düştü.

Doktorlar fazlaca ümit vermiyorlar.

Çoğu kere Onu nasıl teselli edeceğinizi dahi bilemiyorsunuz.

Gerçek ortada iken moral vermeye çalışmak sanki sahte davranmak gibi geliyor size.

Ciddi bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak moral verebilesiniz.

Eyyub Nebi var Kuranda...

Hastalıkların, dertlerin en ağırına müptela olmuş ama sıhhate kavuşmuş.

Onun hali size dayanak oluyor:

Kulumuz Eyyub u da an, o zaman Rabbine şöyle nida etmişti:

Bak bana, meşekkat ve acı ile şeytan dokundu! Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, temiz akıllılar için bir ibret olsun. (Sard-41/43)

Ama yine de bazı şeyleri yediremiyorsunuz kendinize.

Bir tutamak arıyorsunuz. Ayet el veriyor size:

Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz bir şeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır. ALLAH bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara-216)

Rabbimiz ALLAH, Rasülümüz Muhammed(s.a.v) , Kitabımız Kuran, Yolumuz Sırat-ı Müstakim! .. Bizden bahtiyarı yok dünyada!

Her ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın zafer ve başarı bizim.

Bunu da öylesine söylemiyoruz, Kuran konuşuyor bizlerle:

Vel Akıbetü lil Müttakin (Kasas-83) Akıbet (hayırlı son, güzel sonuç)

Müttakiler (takvayı kuşananlar, korunanlar, inanca sarılanlar) içindir!

23 Haziran 2010 Çarşamba

PABUCU DAMA ATILMAK (ERKAM TAKVİM ARKASI)

Bugün, bir atalar sözü olarak dilimize yerleşmiş olan "pabucu dama atılmak" deyimi, Âhilik'ten kalma bir güzellik...

Âhilik geleneğinin devamı olan Osmanlı esnaf teşkilâtı, son derece sağlıklı işleyen bir kuruluştu. Bu sistemde, her esnaf birliğinin bir kethüdası bulunur, bu kethüda, o meslek dalının inceliklerini, kanunlarını, yönetim biçimini iyi bilir, esnafın çalışma düzenini ve dürüstlüğünü denetlerdi.

Esnaf ile kethüda arasında, yiğitbaşı denilen bir kişi bulunur, sanatında hile yapanlar olursa, yiğitbaşı tarafından tesbit edilerek kethüdaya bildirilir ve gerekli cezai işlem başlatılırdı. Yani bugünün TSE kontrolörlüğünün benzeri bir yapılaşma.

Herkesin meslek ahlâkına özen göstererek çalıştığı o dönemde, yanlışlık yapanlar da olurmuş. Yapılan bir çarık, çabuk sökülen yahut delinen ayakkabı sebebiyle şikâyet olursa, kethüda çarıkçılar yiğitbaşını çağırıp tahkikat yaptırır ve eğer bir îmâlât hîlesi söz konusu ise ilgili usta çağırılır, esnafın ileri gelenleri, yiğitbaşı ve diğer meslek temsilcileri huzurunda kethüda tarafından tekdir edilir. Aldığı ücretin müşteriye geri verilmesi sağlanır ve dava konusu olan ayakkabı da kullanılmamak için dama atılırdı.

Bir esnafın yaptığı ayakkabının dama atılması, o usta için büyük ayıp olup meslekteki şeref ve îtibârını sıfırlar ve müşterisinin azalmasına yol açardı. Bu uygulama, bütün esnaf teşkilatı için bir genelleme niteliğinde olup birisi hakkında "pabucu dama atıldı" denilmesi, artık o meslekten ekmek yemesinin zor olduğuna işaret sayılıp esnafın titiz çalışması temin edilmiş olurdu.

SALÂVAT (ERKAM TAKVİM ARKASI)

Allah Rasülü (s.a.v)'nün hakîkatinde hayat bulan Hak dostları, salât u selam getirmek ve bu vesileyle Allah Rasülü (s.a.v)'ne yaklaşmaktaki fazîletleri şöyle sıralamışlardır:

1-Emr-i ilâhîye imtisâl ile Cenab-ı Hakk'ın ve meleklerin salavâtına muvâfakat edilmiş olur.

2-Günahların affedilmesine vesiledir.

3-Kıyâmette Rasûlullah (s.a.v), onun yanında olur.

4-Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, salât okuyana mukabelede bulunur.

***5-Her salât getirenin ismi, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e arz edilir.

6-Salât u selâm okuyan kimse, Allah ve Rasûlü'nün muhabbetini diğer muhabbetlere tercih etmiş olduğu için, O'nun ahlâkıyla ahlâklanmada seviye alır, kötü ahlâktan kurtulur, fazîlete erer.

7-Nebiyy-i Ekrem'in kendisine olan muhabbeti arttığı gibi, onun da Efendimiz (s.a.v)'e olan muhabbeti devam eder ve katlanarak artar.

8-Allah Teâlâ'nın rahmetinin üzerimize inmesine vesîledir.

***9-Unutulan sözün hatırlanmasına vesîle olur.

***10-Duâların kabûlüne vesile olur.

11-İlâhi itâba mâruz kalmaktan korunur.

12-Allah Teâlâ, Nebîsine salât eden kulunun işlerinde ona yeter ve onun hem dünya hem de âhiret kederini izâle eder.

NOT: BU SON DERECE FAYDALI BİLGİLERDEN ÖTÜRÜ ERKAM'DAN ALLAH RAZI OLSUN...

10 Haziran 2010 Perşembe

RABBİMİZİN RIZASINI İSTEYELİM

Hedefimizi yüksek tutmalıyız. Hangi hedef bu? Maddi refah? Makam mevki? Kariyer? Tabii ki hayır. Allah'a yakınlık. Allah'a yakın olmayı isterken korkak olmamamız gerek. Bunu Cenab-ı Hak bize öğütlüyor. 'Ya Rabbi, beni Cennet'ine al yeter, fazlasını istemem.' diye bir duayı tasvip etmiyor. Bu kifayeti Peygamberimiz (s.a.v), dünyalık mal talebi için tavsiye etmiş. "Ya Rabbi! Muhammed hanesini kifayet miktarı rızıkla rızıklandır!" diye dua etmiş. Eline geçen ihtiyaç fazlasını hep dağıtmış. Ebedi hayatımız için Rabbimizden her zaman, bıkmadan usanmadan istemeliyiz. 'Ruyetullah Cennetini istiyoruz Ya Rabbi! Cemalini görmeyi, Peygamber Efendimiz'in cemalini görmeyi istiyoruz Ya Rabbi! Seni çok seviyoruz Allah'ım! Ashab-ı kiramı, evliyaullahı,Allah dostlarını çok seviyoruz Ya Rabbi!' demeliyiz. "Kişi sevdiğiyle beraberdir." buyurmuş ya Peygamberimiz, işte biz buna sığınmalıyız. Biz tüm gün başımızı seccadeden kaldırmasak bile, sen razı olmadıktan sonra olmaz Ya Rabbi! İhlasımızı artır Allah'ım! Bildiğimiz bilemediğimiz kusurlarımızı bağışla Allah'ım! "Bana BENDE OLMAYANLA gel ya Bayezid!" buyurmuşsun ya Ya Sübhân! Sende olmayanla, ACİZLİĞİMİZLE bizi kabul et ya Rabbi!

Oldunsa vakıf aczine,
Edna amel bir dağ olur!
Çürüklerin hep sağ olur,
Zehrin kamu bal-yağ olur.
Dağlar yemişli bağ olur,
Cümle cihan bostan sana!

buyurduğu gibi büyük Allah dostunun, bizi aczini idrak edenlerden eyle. Marifetin, Allah'ı bilmenin tadını nasib eyle bize! Allah'a yakınlığı istersek, nasıl ki ODTÜ,BOĞAZİÇİ koyan öğrenci çalışır,çabalar,daha düşük puanlı bir üniversiteye de girse yine başarılıdır; biz de Cemalullah'ı istersek, geçimimize çalışırken asıl gayemizi, ebedi mutluluğu ön planda tutarsak, Rabbim NİYETİMİZİN TEMİZLİĞİ ÖLÇÜSÜNDE bize, -bizi bizden çok daha iyi bilmesi- nedeniyle ebedi hayatımızdaki yerimize yerleştirir. Çünkü müstehakkımızın ne olduğunu en iyi O (C.C) bilir. Ama biz, 'Ya Rabbi! Beni cehennemden kurtar!' diyerek yalnızca kendimiz için namaz kılar oruç tutar, içimizdeki kıskançlık,affedememezlik,kendini beğenme gibi duygulardan kurtulma yönünde çabalamazsak, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemezsek, 'Tüm ümmeti Muhammed'i affeyle Ya Rabbi!' demezsek, ibadeti de dünya matematiği gibi kendi sevap tartımızı artırmak olarak değerlendirirsek, tıpkı üniversite sınavında hedefini düşük koyup çalışmasını da 'nasıl olsa hedefim küçük,az çalışma bana yeter' diye yetersiz tutan öğrencinin sınavı kazanamayacak noktaya gelebilmesi gibi, Allah korusun ebedi saadeti de kaybedebiliriz! Rabbimizin rızasının olduğu yerlerde bulunalım, her gün kaç insana 'Allah razı olsun.' dedirtebildik ona bakalım! "Ben hastalandım sen Ben'i ziyaret etmedin!" diyecek Cenab-ı Hak! Kul ona diyecek ki: "Nasıl olur Ya Rabbi, sen hastalanmazsın ki!" "Filanca kulum hastaydı, onu ziyaret etmedin! Eğer etseydin, Ben'i onun yanında bulacaktın!" diyecek. Allah'ın rızasını kazanacak, rahmeti celbedecek o kadar çok fırsat var ki aslında dünyada! Mesele nefse muhalefet ile bunları görebilmekte. Çok istediğimiz bir eşyayı alabilecek para elimizde iken, ondan o anda vazgeçip götürüp o parayla bir yetimin, bir hastanın ihtiyacını can-ı gönülden karşılamak! Belki bir hareketle Rabbimizin sonsuz merhamet denizini dalgalandırmak! Büyük Yûnûs:

Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç hûri,
İsteyene ver sen ânı,
Bana seni gerek seni!

diye aşkını dökerken bunu vurgulamıyor mu!

Hem malım,mülküm,evladım her türlü dünyalığım mamur olsun, etrafımda insanlar ne durumda araştırmayayım, hem de ebedi hayatım mamur olsun, olmuyor! Ruh rahat etmez, nefis rahat ederse ruh rahat etmez!!!

4 Mayıs 2010 Salı

GIYBET ETMEYELİM, MALAYANİ KONUŞMAYALIM !..

Ey muhterem hanımefendiler! Bir misafir oturmasında toplandığınızda, şunun evi, bunun arabası, ötekinin takısı, berikinin çocuğu, kocası, bunlardan bahsederek kalplerimizi karartmayalım. Malayaniyi terk edelim. Allah (C.C), boş şeylerden yüz çevireni çok seviyor, ona hikmet bahşediyor. Birbirimizin kusurlarını araştırmanın kimseye bir faydası yok. Rabbimiz, yarın hesap gününde kalplerimize bakacak.

Bir merhum muhterem hocaefendi şöyle dedi geçenlerde radyoda: Mücevherin dışındaki kutu ne kadar süslü olursa olsun, Allah (C.C) içindekinin kıymetine bakar. Kalp mücevherimiz altın olarak mı kalmış, gümüş olarak mı, yoksa bakırlaşmış mı?! Yoksa mücevherin kutusunu istediğin kadar süsle faydası yok. "Bedende bir et parçası vardır, o salih olursa bütün beden salih olur, o fasid olursa bütün beden fasid olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir." buyuruluyor.

Diyelim ki Kur'an okumak ağır geliyor nefsimize, hadis vs. de ağır geliyor o an için. O halde şunu yapalım: Salihlerden bahsedelim! Ortama rahmetin çekilmesine sebep olur. "Şu kişi şöyle iyiydi, şöyle hayır hasenat yapardı..." gibi. Kendi geçmişlerimizden, ölmüşlerimizden olabilir, herkesçe bilinen büyük zatlardan, son dönem evliyasından olabilir. Onların iyi hallerinden bahsetmek içimizi açacak, bizim kötü hallerimizi unutmamıza vesile olacaktır ve içimizde elimizden geldiğince onlar gibi olabilme hevesi uyandıracaktır. Akrabalarımızın iyi hallerinden bahsedebiliriz, başkasını övmek ruhu olgunlaştırır, kibirin önüne geçer. Allah'ın sonsuz kudreti ile ilgili konuşabiliriz, yarattığı mucizevi kainat ve içindeki şaheserler, türlü türlü renkte hayvanlar, çiçekler, vücutta yarattığı akılalmaz düzen gibi. Bunlar hep derin düşünme ve tefekkür tadı verecek bize. Boş sözlerden bizi uzaklaştıracak. Ortamdan kalktığımızda içimizin ferah olduğunu hissedeceğiz. Gıybetle, dedikoduyla içimiz daralmamış olacak.

Peygamberimizin güzel güzel özelliklerinden bahsedebiliriz, "Ne güzelsin sen Ya Muhammed (s.a.v), aşık oldum sana!" dese bir insan, içi bir anda açılır! Ya da, "filanca yetim için bir şeyler yapalım, şu hasta nasıl olmuş ziyaretine varsak, hatırını sorsak, şu şahıs biraz sıkıntıda imiş, yardımda bulunsak" türünden faydalı önerilerle birbirimizi teşvik edelim. İşte bunlar, bizim ruhumuzun en temel ihtiyacı, hem de en temel! Ne kadar bilsek de, kimsenin kusurunu dökmemek, hep kabahat örtücü olmak, yapıcı olmak, iyiyi görmek, göstermek. Böyle insanlar, toplumda hep aranan,sevilen,sayılan insandır. Allah onları sever, kullarına da sevdirir. Bütün sevgilerin kaynağı Rabbimizdedir, o dilediğini sever, sevdirir. En mühim ibadet aslında bu, çok basit gibi görünse de nefse ağır gelebiliyor. Herkese hüsn-ü zanda bulunmak. Bunu "Polyannacılık" diye aşağılayanlara bakmayın. Bunu aşağılayan, tasavvuftan nasibini yeterince alamamış demektir. Dedikodu, kıskançlık, laf taşımak, bunlar amellerimizin sevaplarını, ateşin odunu yediği gibi yer diyor Peygamberimiz (s.a.v). Allah düşmanları hariç, açıktan günah işleyip de bundan üzüntü duymayanlar hariç, herkese iyi gözle bakalım. Mutlaka kendimize,ruhumuza yapacağımız en büyük iyilik bu olacak!...

1 Mayıs 2010 Cumartesi

DUAYA NASIL BAŞLAYACAĞIZ? (ERKAM TAKVİMİ)

İbn-i Mes'ud (r.a) anlatıyor:

"Allah Rasulü (s.a.v), Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) ile birlikte oturuyorlar, ben de yakınlarında namaz kılıyordum. Namazı bitirip oturunca, Allah'a hamd ü senada bulundum, sonra da Rasulullah (s.a.v) Efendimiz'e salat u selam getirdim. Daha sonra kendim icin dua ettim.

Hz. Peygamber (s.a.v) bu tarzımı beğenmiş olacak ki:

-İste, istediğin verilecek. İste, istediğin verilecek." buyurdu.

(Tirmizi,Cum'a 63/593)

NOT: Allah razı olsun bize bu güzel bilgileri kazandıran Hocalarımızdan.

* Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillâhi Rabbil alemîn, essalâtü vesselâmü aleyke ya seyyidel evvelîne vel ahirîn, ve selamün alel mürselîn.

13 Nisan 2010 Salı

SU, SU, SU!!!

 



Ey güzel abilerim, kardeşlerim, güzel müslümanlar, güzel müminler! Lütfen iş işten geçmeden, yarın hesap gününde parmaklarımızı ısırmadan, halimiz vaktimiz yerindeyken, sularımız akıyor iken, gelin şu susuzluktan kıvranan köylerimize su kuyuları açtıralım!


Bütün varlığımızı, bedenimizi bu işe vakfetsek, belki dünyada delirdi diyenler olacaktır ama öyle bir güzel kapı açılır ki bize ebedi hayatta, tadına doyamayız!



Bunu yapan bir büyük zatı okudum ben, malvarlığının yarısını susuzluk çeken köyüne çeşme yaptırma işine harcamış, onun oğulları, torunları kuşaklar boyu halen ibadetli, namazlı, infak ehli, hayırsever, herkesçe sevilen, takdir görülen, huzur dolu bir aile olarak geliyor! O zat da muhtemelen, berzah aleminde hesap gününü beklerken keyifle bunları seyrediyordur şu an! Bu bahsettiğim zat bunu yapmayabilirdi, evlatlarına çok daha büyük bir servet bırakabilirdi, hem kendi ahiretini hem evlatlarının neslini mahvedebilirdi, ama 40.000 hadisi ezbere biliyormuş! Demek ki, hayatın yalnı bu dünyadan ibaret olmadığına, ebedi hayatın dua ile kazanılacağına son derece vakıf imiş.



Paramız var, pulumuz var, aynı memlekette yaşadığımız insanlar orada susuzluk çekiyorlar içimize siniyor mu!


Bir yardım kuruluşu ilan ediyor sitesinde, susuzluk çeken binlerce köy olduğunu! Biz yalnızca bu dünya için mi yaratıldık? Tabiki hayır. Hadis-i şerifte, Cebrail (a.s)'ın imrendiği 7 amelden biri insanlara su dağıtmak! Bugün bu fırsat elimizde.



Bugün o kuyuları açtırırsak, yarın hem dünyada hem ahirette bize Allah'ın yardımı gelecek! Ayetlerle vaad ediyor Rabbimiz! Arkamızdan dualar gelmedikten sonra, gelmeyecek olduktan sonra niye yaşıyoruz ki? Yazık değil mi üç günlük dünya malı için harab ettiğimiz bedenlerimize? Yazık değil mi bizim zamanında biriktirip yerli yerince harcayamadığımız paralarımız yüzünden arkamızdan gelen, dua alamadığımız için hiçbir işleri rast gitmeyen, istediklerini gerçekleştiremeyen evlatlarımıza? Biz vefat edicez, onların dualarını bekliycez kabirde. Orada mülk,para,şöhret hiçbir şey fayda vermeyecek. Salih,hayır yapan evlat, dünyada iken bıraktığımız, insanların faydalandığı eserler (çeşmeler,ağaçlar,faydalı eserler) bunlar çoook ama çok fayda verecek!



Elhamdülillah eskisi gibi zorluklar yok, derneklerimiz vakıflarımız harıl harıl çalışıyor, bize düşen tek şey onlara maddi manevi destek olmak. Bunu yaparsak, bir de bakacağız ki dünyada da sorun zannettiğimiz, gözümüzde büyüttüğümüz şeyleri Rabbimiz yardım etmiş çözdürmüş! Huzur, saadet, ağız tadı her şeye daha şimdiden kavuşmaya başlamışız!



Her şeyin başı su! Su yoksa hiçbir şey yok! Trilyonumuz olsa su akmasa ne işe yarar!! Hem kendi köylerimize, hem de yurtdışındaki müslüman ülkelerdeki su sıkıntısına çare olalım. Geç kalmayalım, onlara merhamet edelim ki bize de merhamet edilsin lütfen!


Büyük denklemlere gerek yok hayatı çözmek için, zaten ayetler,hadisler herşey önümüzde çok şükür! Ne kadar çok başkalarını düşünür onlar için çalışırsak, ondan çok daha fazla yardım Rabbimizden hem dünya işlerimiz için gelir, hem de ebedi hayatımız kurtulur. Bunu kabul etmeyen varsa, lütfen yalnız kaldığında, kendi kendine iken düşünsün, çevreden etkilenirken değil, sadece vicdanı ile başbaşa iken düşünsün, mutlaka bir kuyu açtırıp bir beldeyi susuzluktan kurtarma fikrinin coşkusu içini kaplayacaktır! Ve belki de kimseye söylemeden, hemen bu işlerle ilgilenen derneklerden herhangi birine başvurup, belki kendi adına, belki vefat etmiş ana babası adına, ya da sevdiği başka birileri adına o kuyuyu açtıracaktır! Kimin adına açtırırsa açtırsın,sonuçta ahirette kazanan yine her halükarda kendisi olacaktır :)

6 Nisan 2010 Salı

NAMAZLA İLGİLİ 40 HADİS

1- Namaz için kamet getirildiğini işittiğiniz zaman, sakin ve ağırbaşlı bir şekilde (namaz kılmaya) yürüyerek gelin. Hızlı bir şekilde gelmeyin. Namaza yetişebildiğiniz kadarını (imamla birlikte) kılın. Yetişemediğiniz kısmı ise kendiniz tamamlayın.

Ebu Hureyre (r.a)

2- Sizden birinizin yüz yıl durup beklemesi, namaz kılan (din)kardeşinin önünden geçmesinden daha hayırlıdır.

Tirmizi

3- Enes bin Malik (r.a):

"Ben Resulullah (s.a.v), Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte namaz kıldım. (Fakat) bunların hiç birinin (açıktan) -Bismillahirrahmanirrahim-i okuduklarını işitmedim."

Müslim

4- Sizden biriniz mescide girdiğiniz zaman oturmadan önce iki rekat namaz kılsın.

Ebu Davud

5- Ezan sesi duyunca, müezzinin dediğini siz de söyleyin.

Ebu Said el-Hudri (r.a)

6- İmam 'Amin' dediği zaman, siz de 'Amin' deyiniz. Çünkü, kimin 'Amin' demesi, meleklerin 'Amin' demesi(vakti)ne denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.

Ebu Hureyre (r.a)

7- Sizden birisi namazı, (namaz kıldığı yerde) beklemeye devam ettiği müddetçe, namaza devam etmiş olur. Sizden birisi abdestini bozmadıkça, mescitte kaldığı müddetçe, melekler ona 'Allahümme iğfir lehu, Allahümme irhamhu (Allah'ım! Ona mağfiret eyle. Allah'ım! Ona merhamet eyle.) diye dua ederler.

Tirmizi

8- İmam (namazda rükudan doğrulurken) 'Semiallahu limen hamideh' (Allah kendisini hamd eden kimseyi işitir) dediği zaman, siz de: 'Allahümme Rabbena leke'l-hamd' (Allah'ım! Rabbimiz! Hamd, yalnızca Sana mahsustur) deyin. Çünkü, kimin bu sözü, meleklerin bu sözüne denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.

Ebu Hureyre (r.a)

9- Sizden birisi namaz kılmaya kalktığı zaman, şeytan ona gelip kaç rekat kıldığını bilmeyecek kadar zihnini karıştırır. Birinize böyle bir şey olduğu zaman, oturarak iki defa secde yapsın.

Ebu Hureyre (r.a)

10- Şüphesiz ki münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı ile sabah namazlarıdır. Fakat onlar, yatsı ile sabah namazlarında neler olduğunu BİLSELER, emekleyerek bile olsa kesinlikle bu iki namaza gelirlerdi. İçimden öyle geçti ki, namaz için (kamet getirilmesini) emredeyim de kamet getirilsin, sonra bir adama emredeyim de cemaata namazı kıldırsın. Sonra yanlarında odun demetleri bulunan bazı adamları yanıma alarak namaza gelmeyen o gruba gideyim ve evlerini onların üzerine ateşle yakayım. Yine nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onların herhangi birisi, (burada) SEMİZ ETLİ BİR KEMİK PARÇASI YA DA İKİ TANE GÜZEL PAÇA bulunacağını bilseydi, muhakkak yatsı namazına gelip hazır bulunnurdu.

Ebu Hureyre (r.a)

11- Allahü Teala tamamen önünde duruyormuş da, sen de onu görüyormuşsun gibi ibadet et. Kendini ölmüşlerden say. Mazlumun bedduasından kendini koru. YERDE SÜRÜNEREK DE OLSA, yatsı ve sabah namazında cemaate gidebilme gücün varsa gitmekten uzak kalma.

Ebu'd-Derda (r.a)

12- Yatsı namazını cemaatle kılan, gecenin yarısını ihya etmiş olur. Sabah namazını cemaatle kılan, bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibi olur.

Müslim,Buhari

13- Cemaatle kılınan bir namaz, yalnız başına kılınan yirmi yedi namaz gibidir.

Müslim,Buhari

14- Sizden birisi başını imam secdede iken kaldırınca, Allah'ın onun başını eşek başına ya da suretini eşek suretine çevireceğinden korkmaz mı!

Ebu Hureyre (r.a)

15- Abdullah ibn Abbas (r.a):

"Peygamber (s.a.v)'in birçok sahabilerinden -ki bunlar içerisinde en çok sevdiğim Ömer'dir- ; Resulullah (s.a.v)'ın şafaktan sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar (nafile) namaz kılmayı yasakladığını duydum."

Nesai

16- Kim namazın bir rekatına yetişirse, o namaza yetişmiş demektir.

Ebu Hureyre (r.a)

17- İkindi namazını kaçıran kimse, SANKİ AİLESİNİ VE MALINI KAYBETMİŞTİR.

Abdullah ibn Ömer (r.a)

18- Uyuyakalmaktan dolayı kusur yoktur. Kusur, ancak uyanıkkendir. Biriniz namazı unutursa, hatırladığı zaman kılsın. Ertesi günde ise, (o namazı) vaktinde kılsın.

Ebu Davud

19- Kim bir namazı (kılmayı) unutursa, onu hatırladığı zaman kılsın. O namaz için bundan başka bir kefaret yoktur.

Enes bin Malik (r.a)

20- Sizden birisi namazda oturduğu zaman Tahiyyat'ı okusun. Bundan sonra (namazda) dilediğini istemekte serbesttir.

Abdullah ibn Mesud (r.a)

21- Ka'b b. Ucre (r.a):

"(Bir defasında) Resulullah (s.a.v) yanımıza çıkıp gelmişti. (Ona):

- '(Ey Allah'ın Resulü!) Sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Fakat sana nasıl salat okuyacağımızı bilmiyoruz.' dedik.

Resulullah (s.a.v) da:

-'Allah'ım! Muhammed'e ve O'nun aile halkına, İbrahim'e salat buyurduğun gibi salat eyle. Şüphesiz ki Sen, Hamid ve Mecidsin. Allah'ım! Muhammed'e ve O'nun aile halkına, İbrahim'e ihsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen, Hamid ve Mecidsin.'  deyin.

buyurdu.

İbn Ebi Leyla

22- Secdede itidal üzere bulunun. Sizden birisi, (secdede iken) köpeğin yayması (gibi) kollarını yaymasın.

Enes bin Malik (r.a)

23- Ey cemaat! Güç yetirebileceğiniz amellere bakın. Çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz. Allah katında amellerin en sevimlisi, AZ DA OLSA DEVAMLI OLANIDIR. MUHAMMED'İN (S.A.V) EV HALKI, BİR AMEL İŞLEDİKLERİ ZAMAN, ARTIK ONA DEVAM EDERLER.

Hz. Aişe (r.a)

24- Enes'in ninesi Müleyke, kendi yaptığı bir yemeğe Resulullah (s.a.v)'ı davet etmişti. Resulullah (s.a.v) da (davete icabet edip) oyemekten yemişti. Sonra da:

'Haydi kalkın! Size namaz kıldırayım.' buyurdu.

Enes (r.a) der ki:

'Bunun üzerine ben, kalkıp çok kullanılmaktan kararmış bir hasırımızı getirmeye gittim. (Yumuşaması için) o hasırın üzerine biraz su serptim. Daha sonra Resulullah (s.a.v), o hasırın üzerinde namaza durdu. Yetim (Dumeyr b. Sa'd el-Himeyri) ile ben de, Resulullah (s.a.v)'ın arkasında saf tuttuk. Yaşlı kadın (Ümmü Süleym ya da Müleyke) da arkamıza durdu. (Böylece) Resulullah (s.a.v), bize iki rekat namaz kıldırdı. Sonra çekip gitti. Resulullah (s.a.v), BENİ SAĞ TARAFINA, KADINI DA ARKAMIZA DURDURMUŞTU.

Enes bin Malik (r.a)

25- Enes bin Malik (r.a):

'Peygamber (s.a.v) ile birlikte Medine'den Mekke'ye (doğru yola) çıktık. Medine'ye döndüğümüz zamana kadar bize, (akşam namazından başka namazları hep) ikişer rekat kıldırdı.

Enes'e:
-'Mekke'de biraz kaldınız mı?' diye soruldu.
O da:
-'Orada on (gün) kaldık.' diye cevap verdi.

Enes bin Malik (r.a)

26- Namaza kalktığın zaman tekbir al. Sonra kolayına geldiği kadar Kur'an oku. Sonra rüku et ve (organların) yatışıncaya kadar rükuda kal. Sonra (başını rükudan) kaldırıp iyice doğrul. Sonra secdeye varıp (organların) yatışıncaya kadar secde et. Sonra (başını secde yerinden) kaldır ve (organların) yatışıncaya kadar otur, ve bunu bütün namazlarında (böyle) yap.

Ebu Hureyre (r.a)

Bunu (böyle) yaptığın zaman namazın tamamdır. Bundan eksilttiğin şey kadar, namazından eksiltmiş olursun.

(Ebu Davud'un bir rivayetinde bu ilave de yer alıyor)

27- Peygamber (s.a.v), nafile namazların hiçbirinde, sabah namazının (farzından önce) iki rekat (sünnetini kılmada) olduğu kadar devamlı değildi.

Hz. Aişe (r.a)

28- Sabah namazının iki rekat (sünnet)i, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır.

Müslim

29- Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri kaldığında en alt semaya inip:

-Hani Bana dua eden kimse? Onun duasını kabul edeyim!
-Hani Benden istek dileyen? Onun istediğini vereyim!
-Hani Benden bağışlanma dileyen? Onu bağışlayayım!

buyurur.

Ebu Hureyre (r.a)

30- Bir kimse Cuma günü cünüplükten dolayı (yıkandığı gibi) yıkanır, sonra da erkenden (mescide giderse), bir deve tasadduk etmiş gibi olur. İkinci saatte giden bir sığır, üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç, dördüncü saatte giden bir tavuk, beşinci saatte giden de bir yumurta tasadduk etmiş gibi sevap alır. İmam (minbere) çıktığı zaman, melekler (minberin yanına) gelip hutbeyi dinlerler.

Ebu Hureyre (r.a)

31- Kimin ki kıldığı namaz, onu kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa, onun bu namazı kendisini Allah'tan uzaklaştırmaktan başka bir şey yapmaz. Nice namaz için ayakta duranlar vardır ki, kendilerine yorgunluktan başka bir şey kalmaz.

Ramuz el-Ehadis

32- SABAH NAMAZINI KILAN KİMSE, ALLAH'IN ZİMMET VE EMANINDADIR. Binaenaleyh ey Ademoğlu dikkat et! Allah seni zimmetinde olan bir şeyden sorguya çekmesin.

Cündeb bin Süfyan (r.a)

33- Allah, güzelce abdest aldıktan sonra, herhangi bir mescide gitmek için yola çıkan kulun her attığı adım için sevab yazar. Mevkiini bir derece yükseltir. Ve bir günahını siler. Ben, münafık oldukları açıkça bilinenlerin dışında, bizden kimsenin camiye gelmemezlik ettiğini hatırlamam.

İbn-i Mesud (r.a)

34- Kim ki güzel bir şekilde abdest alıp cemaatle namaz kılmaya gider ve cemaati namazı kılıp bitirmiş bulursa, Allahü Teala ona, O CEMAATE YETİŞİP KILANLARIN MÜKAFATININ AYNISINI VERİR. Cemaatle namaz kılanların mükafatından en ufak bir şey eksik olmaz.

Ebu Hureyre (r.a)

35- Kıyamet günü herkes perişan durumda ve güneş her tarafı kavururken, yedi sınıf insan Allah'ın rahmet gölgesinde olacaktır. Onlardan biri de, KALBİ MESCİDE BAĞLI OLANDIR. Herhangi bir sebeple dışarı çıksa dahi, gönlü tekrar mescide dönmeyi ister.

Ebu'd-Derda (r.a)

36- Vaktin başında kılınan namazda ALLAH'IN RIZASI, sonunda kılmanda da ALLAH'IN AFFI vardır.

Tirmizi

37- Ey Ali! Üç şeyi geciktirme: Vakti giren namazı, hazır olan cenazeyi, dengini bulan kızı veya dul kadını evlendirmeyi.

Tirmizi

38- Köyde veya çölde oturanlardan üç kişi bir araya gelip de cemaatle namaz kılmazlarsa, şeytan onlara galebe çalar. Cemaate devam ediniz. Çünkü sürüden ayrılanı kurt kapar.

Nesei

39- Resulullah (s.a.v):

-'Ne dersiniz, birinizin kapısının önünde bir nehir bulunsa ve günde beş defa orada yıkansa, kendisinde kirden eser kalır mı?' buyurdu. 

Sahabeler:

-'Hayır, kirden hiçbir eser kalmaz.' diye cevap verdiler.

Resulullah (s.a.v):

-'İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, bu beş vakit namazla günahları yok eder.

Buhari

40- Her kim Allah'ın farz kıldığı beş vakit namazı, abdestlerini tam alarak, salavatlarına, rükularına tam tamına riayet ederek, vaktinde, güzelce ve huşu içinde kılarsa, Allah'ın o kimseyi bağışlayacağına dair AHDİ vardır. Eğer böyle yapmazsa, dilerse onu bağışlar, dilerse azap verir.

Ebu Davud

5 Nisan 2010 Pazartesi

SU, SU, SU!!!

Ey güzel abilerim, kardeşlerim, güzel müslümanlar, güzel müminler! Lütfen iş işten geçmeden, yarın hesap gününde parmaklarımızı ısırmadan, halimiz vaktimiz yerindeyken, sularımız akıyor iken, gelin şu susuzluktan kıvranan köylerimize su kuyuları açtıralım!

Bütün varlığımızı, bedenimizi bu işe vakfetsek, belki dünyada delirdi diyenler olacaktır ama öyle bir güzel kapı açılır ki bize ebedi hayatta, tadına doyamayız!

Bunu yapan bir büyük zatı okudum ben, malvarlığının yarısını susuzluk çeken köyüne çeşme yaptırma işine harcamış, onun oğulları, torunları kuşaklar boyu halen ibadetli, namazlı, infak ehli, hayırsever, herkesçe sevilen, takdir görülen, huzur dolu bir aile olarak geliyor! O zat da muhtemelen, berzah aleminde hesap gününü beklerken keyifle bunları seyrediyordur şu an! Bu bahsettiğim zat bunu yapmayabilirdi, evlatlarına çok daha büyük bir servet bırakabilirdi, hem kendi ahiretini hem evlatlarının neslini mahvedebilirdi, ama 40.000 hadisi ezbere biliyormuş! Demek ki, hayatın yalnı bu dünyadan ibaret olmadığına, ebedi hayatın dua ile kazanılacağına son derece vakıf imiş.

Paramız var, pulumuz var, aynı memlekette yaşadığımız insanlar orada susuzluk çekiyorlar içimize siniyor mu!
Bir yardım kuruluşu ilan ediyor sitesinde, susuzluk çeken binlerce köy olduğunu! Biz yalnızca bu dünya için mi yaratıldık? Tabiki hayır. Hadis-i şerifte, Cebrail (a.s)'ın imrendiği 7 amelden biri insanlara su dağıtmak! Bugün bu fırsat elimizde.

Bugün o kuyuları açtırırsak, yarın hem dünyada hem ahirette bize Allah'ın yardımı gelecek! Ayetlerle vaad ediyor Rabbimiz! Arkamızdan dualar gelmedikten sonra, gelmeyecek olduktan sonra niye yaşıyoruz ki? Yazık değil mi üç günlük dünya malı için harab ettiğimiz bedenlerimize? Yazık değil mi bizim zamanında biriktirip yerli yerince harcayamadığımız paralarımız yüzünden arkamızdan gelen, dua alamadığımız için hiçbir işleri rast gitmeyen, istediklerini gerçekleştiremeyen evlatlarımıza? Biz vefat edicez, onların dualarını bekliycez kabirde. Orada mülk,para,şöhret hiçbir şey fayda vermeyecek. Salih,hayır yapan evlat, dünyada iken bıraktığımız, insanların faydalandığı eserler (çeşmeler,ağaçlar,faydalı eserler) bunlar çoook ama çok fayda verecek!

Elhamdülillah eskisi gibi zorluklar yok, derneklerimiz vakıflarımız harıl harıl çalışıyor, bize düşen tek şey onlara maddi manevi destek olmak. Bunu yaparsak, bir de bakacağız ki dünyada da sorun zannettiğimiz, gözümüzde büyüttüğümüz şeyleri Rabbimiz yardım etmiş çözdürmüş! Huzur, saadet, ağız tadı her şeye daha şimdiden kavuşmaya başlamışız!

Her şeyin başı su! Su yoksa hiçbir şey yok! Trilyonumuz olsa su akmasa ne işe yarar!! Hem kendi köylerimize, hem de yurtdışındaki müslüman ülkelerdeki su sıkıntısına çare olalım. Geç kalmayalım, onlara merhamet edelim ki bize de merhamet edilsin lütfen!

Büyük denklemlere gerek yok hayatı çözmek için, zaten ayetler,hadisler herşey önümüzde çok şükür! Ne kadar çok başkalarını düşünür onlar için çalışırsak, ondan çok daha fazla yardım Rabbimizden hem dünya işlerimiz için gelir, hem de ebedi hayatımız kurtulur. Bunu kabul etmeyen varsa, lütfen yalnız kaldığında, kendi kendine iken düşünsün, çevreden etkilenirken değil, sadece vicdanı ile başbaşa iken düşünsün, mutlaka bir kuyu açtırıp bir beldeyi susuzluktan kurtarma fikrinin coşkusu içini kaplayacaktır! Ve belki de kimseye söylemeden, hemen bu işlerle ilgilenen derneklerden herhangi birine başvurup, belki kendi adına, belki vefat etmiş ana babası adına, ya da sevdiği başka birileri adına o kuyuyu açtıracaktır! Kimin adına açtırırsa açtırsın,sonuçta ahirette kazanan yine her halükarda kendisi olacaktır :)