14 Eylül 2010 Salı

CENNET SOHBETİ (M.Sâmi Ramazanoğlu (k.s) - Bayram Sohbetleri)

Cenab-ı Hak, cennette herkese mutlaka bir kürsü vermiştir, her mü'min hangi kapıdan gireceğini, hangi kürsüye oturacağını hiç şaşırmadan bilir. Bütün peygamberler makamlarına yerleşir. Evvela Dâvud (a.s)'a Zebur'dan bir parça okuması emrolunur, o da güzel sesiyle okur. Sonra her peygamber kendi kitabından okur, en son da Hazret-i Peygamber Efendimize gelince, o da Kur'an-ı Kerim'den Sûre-i En'âm'ı okur. Cennet ehli bunun tekrar tekrar okunmasını isterler, her gün okumaya devam olunur.

Cenab-ı Hak cemâliyle tecelli buyurur ve mü'minler tam üç yüz sene Allah'ın cemâline bakarlar da gözleri kamaşmaz, gözlerini kırpıştırmaz ve bakmaya doyamazlar. Buyurur ki:

"Ey kullarım! Ben sizden razıyım, siz de Ben'den razı mısınız?" Mü'minler:

"Ya Rabbi! Bundan daha büyük bir nîmet mi olur ki Sen'den razı olmayalım! Daha ne isteyebiliriz? Sana hamd olsun." diye sevinirler. Cenab-ı Hak da onlara:

"Haydi öyleyse, makamlarınıza gidin zevcelerinizle görüşün." der.

Bunun üzerine mü'minler koşarak makamlarına varırlar ve zevcelerini görürler, fakat bambaşka bir halde bulurlar ki, onlar da nûra garkolmuşlardır, şöyle konuşurlar:

"Sen ne kadar nûrlanmışsın, seni hiç bu kadar güzel görmemiştim!"

"Ben de seni hiç görmediğim bir halde nûrlanmış ve güzelleşmiş gördüm."

Firdevs cennetinde bir vadi vardır ki oraya Mezid vadisi denir, oranın her yeri nûrdan minberlerle doludur. Cumâ günü olunca peygamberler o minberlere çıkarlar. Sıddîklar, şehidler ve salihler de zümrüt ve zebercetle süslü altın kürsülere çıkarlar, bütün cennet ehli de minberlerin etrafında toplanır. Hepsi birden Allah'a hamd ederler. Allah Teâlâ mü'minlere:

"Size bugün başka bir ihsanım daha var!" diyerek cemâliyle tecelli eder.

Bu cemâl tecellîsine her hafta nâil olanlar vardır ki, bunlar çocukluklarından ömürlerinin sonuna kadar Allah'a îmân, taat ve zikir ile yaşayanlardır.

Cemâlullahı ayda bir defa görmek şerefiyle ikram olunanlar vardır ki, bunlar da, Allah'ın taat ve zikrine gençliklerinin bir kısmını isyanda geçirdikten sonra, daha gençlik elden gitmeden dönüp de ömrünün sonuna kadar îmân ve zikirle yaşayanlardır.

Cemâlullahı seyretmeye yılda bir kez mazhar olanlar vardır ki, onlar da ihtiyarlıklarında kulluğa başlamış kimselerdir.

İlk tecellîde olmak üzere, sadece bir defa görenler de vardır ki, bunlar ömürlerini isyanla geçirip sonradan tevbe istiğfar etmiş ve affolunmuş olarak âhirete göçmüş olanlardır.

Allah'ı göremeyenler de olacaktır ki, bunlar Mûtezile taifesidir. Çünkü bunlar, En'âm Sûresi 103. âyete dayanarak Allah'ın hiçbir yerde hiçbir zaman gözle görülemeyeceğine inanırlar. Halbuki Kıyâme Sûresi 23. âyette:

"Rablerine bakacaklardır."  müjdesi verilmektedir.

(Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Bayram Sohbetleri Kitabı)

SANATÇI ÇELİK'E ÇAĞRI

Türk Pop Müziği'nin güzel sesli sanatçılarından Çelik'in bir parçası vardı. "Afedersin" diye. Söz ve müziği çok güzel bir parçaydı. Parçanın sözleri şu şekilde:

Her gün yeni bir şeylerden vazgeçiyorum,
Dün de canımdan vazgeçtim sonuna kadar.
Değersin her bir saat yeniden ölsem de,
Kaldı ki ben kimim ki ölmüşüm kalmışım!
                       *
Afedersin halime itiraz etsem de,
Can fazla gelir sen varken hücrelerimde,
Haykırırım isteyenin bir yüzü kara,
Vermeyenin nûr olsun böyledir bizde!

Geçenlerde aklıma, bu parçanın sözlerini şöyle uyarlamak geldi:

Her gün yeni bir şeylerden vazgeçiyorum,
Dün de canımdan vazgeçtim sonuna kadar.
Değersin her bir saat yeniden ölsem de ey Muhammed(s.a.v),
Kaldı ki ben kimim ki uğrunda, ölmüşüm kalmışım!
                              *
Afedersin halime kulluk edemesem de,
Can fazla gelir sen varken hücrelerimde,
Can de senin, mal da senin, her şey de senin/anam babam da senin,
Bir kere yüzünü göster/Gülyüzünü bir göster rüya olsa bile!..

Sayın Çelik Bey'den parçayı bir de bu sözlerle söylemesini rica ediyorum. Zaten bütün aşkların maksadı, ilahi aşka ulaşmak değil mi? Leyla Mevla'yı bulmada vasıta olmasa ne işe yarardı?!

6 Eylül 2010 Pazartesi

SALİHLERLE BERABER OLMAK

Un dolu bir kova düşünelim. Bu kovanın içine bazı nesneler attığımızı düşünelim. Beyaz bir şey atsak daha da beyazlaşır, siyah bir şey atsak bir miktar beyazlaşır, ne renk madde atarsak atalım, unun o beyazlığından mutlaka ona da bulaşır.

İşte salihlerle beraber olmak da, insanın manevî durumu ne halde olursa olsun mutlaka ama mutlaka gelişmesine yardımcı olur. Un dolu çuvala düşen nesne nasıl beyazlaşıyorsa, salihlerin arasına düşen insan da nasibini alır. Salih insanın kim olduğunu ise, hadisler ve Allah dostlarının numûne sözlerinden hareket ederek bulmaya çalışmalıyız. Örneğin, Hz. Ebûbekir (r.a), salih insanın dört vasfından bahsederken, bir özelliğini "başkasının hidayete ermesine sevinen insan" olarak nitelemiş. Yakın zamanda vefat eden bir büyük Allah dostu da mesela, "devamlı Peygamber Efendimizden, sahabelerden, evliyadan bahseden insanlar" olarak tanımlamış salih insanı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) kütübü sittede yer alan bir hadîs-i şeriflerinde, "Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatanlarınızdır." buyuruyor.

Hepimiz çevremizin salih insanlardan oluşması için çaba harcamalıyız. Onların arasına katılmaya, sohbetlerinden istifade etmeye çalışmalıyız. İnsan kendi farkedemese bile, iyi insanlarla oturup kalktıkça onların her türlü güzel hâllerinden etkilenecektir, yanlış davranışları düzelmeye başlayacaktır. Bir büyük Allah dostu da (Allah hepsinden razı olsun), bu konunun önemini belirtmek için şöyle bir örnek vermiş: "Trenin vagonlarından dolu olanlar da, boş olanlar da vardır. Ama birbirine bağlı olduğu sürece, dolusu da boşu da hepsi hedefe varır."  

3 Eylül 2010 Cuma

ALLAH'A YAKLAŞMAK

Vâkı'a Sûresi'nde kıyamet günü diriltilecek olan insanları üç sınıf olarak ayırıyor Cenab-ı Hak : Biri Ashâb-ı Meymene (Ashaâb-ı Yemîn), biri Ashâb-ı Meş'eme (Ashâb-ı Şimal), diğer sınıf ise Mukarrebler.

Ashâb-ı yemîn tasvir ediliyor, cennetteki güzel hallerinden bahsediliyor, ashâb-ı şimal tasvir ediliyor, cehennemdeki korkunç hallerinden bahsediliyor. Mukarrebler ise Allah'a yakınlık kazanmış olanlar, dünyada iken hayırda yarışmış olanlar, yalnızca zekatlarını vermekle kalmamış, imkânlarını maddî-manevî zorlayarak ihtiyaç sahiplerinin peşinde olanlar, daima Allah'ın rızasını gözlemiş olanlar. O halde bu sınıfta yer alabilmeyi istememiz lazım. Orası için çabalamamız lazım.

 "Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birre nâil olamazsınız ve her ne şey infak ederseniz şüphe yok ki, Allah Teâlâ hakkıyla bilir." (Âl-i İmran,92. Ömer Nasuhi Bilmen Meali) buyuruyor Rabbimiz. Demek ki birre vasıl olabilmek için, iyiliğe ihsana nail olabilmek için,Allah'a yaklaşabilmek için sevdiklerimizden vermemiz şart! Kendimiz için iyi gördüğümüz,hoşumuza giden şeylerden Allah için başkalarına vermek,onları kendimize tercih edebilmek,fedakarlık yapabilmek.

Savaşta şehit olmak üzere can çekişirken,bir damla suya muhtaçken kendilerine getirilen suyu her biri bir diğerine ikram ettiği için üçü de suyu içemeden şehit olan üç asker, bu doyumsuz tadı yaşadı son anlarında. Bu tadın ismine "îsar" deniyor. İşte bu doyumsuz tada ulaştığımızda, vermek bizim için tam bir zevk haline gelecek ve aklımız fikrimiz hep infak duygusu,infak coşkusu üzerinde olacak inşallah!Rabbim hepimize bol bol vermeyi,gönülden gelerek,sevgi dolu ve devamlı vermeyi nasib eylesin.