31 Ağustos 2010 Salı

EN'AM SÛRESİ 151'DEN İTİBAREN...

EN'AM SÛRESİ ÂYET-İ KERÎMELER


151. De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.



152. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.


153. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.


154. Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler.


155. İşte bu (Kur'an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin.


156. "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (hıristiyanlara ve yahudilere) indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik" demeyesiniz diye;


157. Yahut "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz diye (Kur'an'ı indirdik). İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.


158. Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz! *


159. Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.


160. Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.


Kaynak: Diyanet Vakfı Meali

27 Ağustos 2010 Cuma

Yakarışlar...

İlâhî, kaderim döndü dolaştı bir çıkmaza kilitlendi. Şimdi ne yana dönsem her yer uçurum. Sen'den bir şey istemeye yüzüm yok. Bu uğradıklarım, kendi ettiklerimin faturasıdır.




Ama Sen Rahman'sın; bize, yaptıklarımızla değil, sınırsız merhametinle muamele edensin.



Boğazıma kadar bataklığa saplandım. Hiçbir yol yordam bilemedim; "Yap!" dediklerini yapmadım, "Yapma!" dediklerinden sakınmadım. Dünyaya daldım, bütün hücrelerim istikamet kaçkını, geceler boyu yanlış yolları adımladım, yasak meyvelere hücum ettim. Anlık zevklere balıklama daldım da, sonumu hiç düşünmedim. İçimdeki bütün ikaz levhalarını görmezden geldim. Bir kulunun beni çarpık durumumda görmesinden sıkıldım da, ezelden ebede her şeyi her haliyle gören Sen'den utanmadım.



Ama Sen 'gizli ayıpların perdesini kaldırmayan'sın. İçimde ufak da olsa bir pişmanlık parıltısı ve bir gün ayağa kalkıp istikamet üzere yürümeye dair bir ümit kırıntısı varsa, Sen en isabetli mehil vericisin.



İlâhî! Muazzam bir servetin müsrif ve nankör bir mirasyedisi oldum. Bana verdiklerinin kıymetini bilemedim. İçimde, gelecek nesillere taşıyabileceğim bir 'emanet şuuru' filizlendiremedim. Yarını, onun da ötesinde 'büyük gün'ü düşüneceğime, çoğu zaman günübirlik yaşadım. Bu yüzden hep düştüm, hep kaybettim. Bütün dünyayı ihya edecek bir serveti ayaklara düşürdüm. Böylece Sen'in nazarında 'zelil' olanlara el açar duruma düştüm.



Ama Sen iyilik ve nimetleri karşılıksız olarak verensin, kalbleri evirip çevirensin, düşüp yuvarlananları tekrar yüceltensin.



İlâhî! Sen'in yarattıklarına bakışımı usûlünce ayarlayamadım. Sen'in sonsuz bir merhamete sahip olduğunu bile bile, insanları kendi dar bakışıma göre değerlendirmeye, damgalamaya kalktım. Şümûllü bir tanıma çabası yerine sınırlı bildiklerimle insanları karaladım, yakında olsun, uzakta olsun, insanların niçin böyle davrandıklarının ve dediklerinin sebeplerini araştırmak yerine, o davranışı veya o sözü şaşı bir bakışla muhakemeye kalkıştım ve her seferinde de yanıldım. Çünkü Sen her insanı tek cepheden bakılarak anlaşılamayacak kadar kompleks ve mükemmel bir ruh ve şahsiyetle yaratıyorsun.



Ey Merhameti Gazabını Geçen! Ben kim oluyorum da bir insanı küçük bir yanlışı yüzünden mahkum ediyorum. Asıl ölçü, 'Tartı gününde hükmünü ortaya çıkaran Sen'sin' hakikatı değil mi? Ben kim oluyorum ki, insanları keskin bir ak-kara çizgisine mahkum ediyorum.



İlâhî! Bugüne kadar içimde ne kadar pişmanlık biriktirdiysem hiçbirinden tutunacak bir dal yeşermedi. Pişmanlığım kaygan bir yamaca konduğundan boşluğa yuvarlandı. Bu arsız nefsime hiç söz geçiremedim. Sürekli 'Yarın, yarın..' deyip durdum. Ama bu yarınlar öyle birikti ki, altında ezilecek duruma geldim. Benim gafletimden biriken kir balyaları, yeryüzüne bin defa yeniden gelsem de temizleyemeyeceğim kadar birikti.



Ama Sen isyankârlara bile müsamaha edensin, musibetleri hafifletip zorlukları kolaylaştıransın. Feryatla kendisine koşanların yangını söndürensin.



İlâhî, öte tarafa azık hazırlığı yapamadık. Her taraf cayır cayır. Sağduyu, acıma, yardımlaşma, diğerkâmlık, hoşgörü duyguları kalblerin en derin yerlerine kaçmış sanki. Ve ben bugüne kadar etrafımda olup biten bütün çarpıklıkları hep başkalarından bildim. Hiç dönüp aynaya bakmadım. Kendi yanlışlarımı, hep gündem dışına ittim de başkalarınınkini devleştirip atışa geçtim. Bilmiyordum ki, benim yanlışlarımın başkalarınınkini semirten güçlendiren, teşvik eden gizli uzantıları vardır. Bilmiyordum ki, bu 'ben' kendi içine tutarsa aynayı, etraftaki karanlığın kendi içinden çıktığını görecekti. Ne yazık ki bu "ben" bu gerçeğe yüz çevirerek, geçici heveslerin, menfaatlerin kirli sularında debelenmeyi tercih etti.



Ama Sen her şeyi kendi nuruyla aydınlatansın. Her gizliyi aşikâr edensin, her şeyi her haliyle görensin, ilmi her şeyi kaplayansın.



İlâhî, insanlık olarak hayatı manasız bir eşya, kavram kalabalığına boğduk, gereksiz bin bir ihtiyaç icat ettik, sonra da bunları vazgeçilmezler tahtına oturttuk. Ve her gün boğaz boğaza gelip nice ıvır zıvır yüzünden kalb kırdık, birbirimizi yaraladık, hatta öldürdük. Sen'in ölçülerinle 'kıymetli' olanı görmezden geldik, hiçbir değeri olmayanı devleştirip başımıza bela ettik. İlâhî, fıtratın tabiî dengesini alt-üst ettik. Hava, toprak, tabiat, bizim yanlış tasarruflarımız, hırs ve çıkar emellerimiz yüzünden dengesini yitirdi. Soluduğumuz havanın sıhhatinden şüphe eder olduk. Toprak ürün vermez oldu, suyun bile tadı kaçtı.



Ama Sen her şeyi yeniden düzene koyup, maddî-mânevî kirlerden temizleyensin.



Ey tohumları sümbüllendiren, bize yeniden boy verip serpilme fırsatı tanır mısın? Ey ancak kendisinden kurtuluş istenen, kurtuluşu başka yerlerde arayan biz şaşkınlara basiret verir misin? Aslında bunu hak etmesek de?



Ey bütün mahlukata yumuşaklıkla muamele eden, günahkârlara ceza vermekte acele etmeyen, her şey olup bitmeden bize kendimize dönme iradesi ve gücü verir misin?



Ey sanatlı eserlerin sanatkârı, bize gerçek sanatın sırlarını kavratmanı diliyoruz.



Ey gurbettekilerin sahibi, bu ruh gurbetinden çektiğimiz acılarımızı hafiflet.



Ey çaresizlerin duasına cevap veren, bizi gerçek dua şuuruyla donat, istemeyi bilenlerden

eyle!



Ey her şeyden sevgili, bizi gerçek sevgiyi sahtesinden ayırt edebilip, sahte sevgiye yüz vermeyenlerden eyle!



Ey en iyi can yoldaşı, ey sonsuz ikram sahibi, ey kimsesizlerin kimsesi, ey gönlü kırıklara acıyan, ey sessiz inleyişlerin imdadına koşan, ey kullarını kötü akibetlerden sakındıran, ey itilip kakılmışların izzet kucağı, ey kırık dökükleri tamir eden ve ihtiyaçları gideren, ey sığınmak isteyenlerin sığınağı! Bu gurbet, duyarsızlık, hissizlik, itilmişlik, yıkılmışlık, gadre uğramışlık, dışlanmışlık, parçalanmışlık çölünde bizi yalnız bırakma. Hepimize yeniden derlenip toparlanma fırsatı ver, tekrar birbirimize tutunma şuuru ver. Bütün insanlığı kucaklayacak ızdırap duyma hassasiyeti ver. Bizi kendi nefsimizle baş başa bırakma, bizi bir an bile Sen'in gözetleyiciliğinden, koruyuculuğundan, rehberliğinden, uyarıcılığından uzak tutma!...

26 Ağustos 2010 Perşembe

Ümidini Kaybetme...

Diyelim başınıza istemediğiniz bir olay geldi.


Yıkık, perişansınız. Kimse ile görüşmek istemiyorsunuz.

Çoğunluk size küsmüş gibi. Yalnızsınız.

Herkes benden uzak, herkes bana kırgın düşüncesi içinde çöküntü yaşıyorsunuz.

Yalnızlığınızın karanlık mağarasına şu ayet bir güneş gibi doğuyor:

Rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı (Duha-3)

Kim kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, kim terk ederse etsin.

Rabbim terk etmiyor, kırılmıyor ya, ne gamı .. Bu ne büyük ferahlık değil mi? ..

Başınızda ağır bir dert var. Sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor.

Sanki bu sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi.

İşte o an ayet yetişiyor imdada:

Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var! (İnşirah-5/6)

Garantiyi veren Allah! ..

Hem de ne garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık geleceği mutlaka ifadesi ile pekiştirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor.

Ayet; kolaylığın zorluk içinde saklı olduğunu, çözümün sorunda gizli olduğunu da fısıldıyor.

Bu manayı duymuş olan Niyazi Mısri(k.s) şöyle demiş :

Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş...

Maddi sıkıntınız hat safhada. Yoksul düştüğünüzü hissediyorsunuz.

İflas ettiniz.. Sıfırı tükettiniz yani.

Nasıl ayağa kalkarım düşüncesi içinde boğulurken ayet size yeni bir ümit veriyor:

Eğer yoksulluktan korkarsanız, ALLAH dilerse lütfuyla sizi zengin kılar.

Şüphesiz ALLAH hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.(Tevbe-28 )

Bir yakınınız ölümcül hastalıkla yatağa düştü.

Doktorlar fazlaca ümit vermiyorlar.

Çoğu kere Onu nasıl teselli edeceğinizi dahi bilemiyorsunuz.

Gerçek ortada iken moral vermeye çalışmak sanki sahte davranmak gibi geliyor size.

Ciddi bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak moral verebilesiniz.

Eyyub Nebi var Kuranda...

Hastalıkların, dertlerin en ağırına müptela olmuş ama sıhhate kavuşmuş.

Onun hali size dayanak oluyor:

Kulumuz Eyyub u da an, o zaman Rabbine şöyle nida etmişti:

Bak bana, meşekkat ve acı ile şeytan dokundu! Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, temiz akıllılar için bir ibret olsun. (Sard-41/43)

Ama yine de bazı şeyleri yediremiyorsunuz kendinize.

Bir tutamak arıyorsunuz. Ayet el veriyor size:

Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz bir şeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır. ALLAH bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara-216)

Rabbimiz ALLAH, Rasülümüz Muhammed(s.a.v) , Kitabımız Kuran, Yolumuz Sırat-ı Müstakim! .. Bizden bahtiyarı yok dünyada!

Her ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın zafer ve başarı bizim.

Bunu da öylesine söylemiyoruz, Kuran konuşuyor bizlerle:

Vel Akıbetü lil Müttakin (Kasas-83) Akıbet (hayırlı son, güzel sonuç)

Müttakiler (takvayı kuşananlar, korunanlar, inanca sarılanlar) içindir!