23 Eylül 2013 Pazartesi

İÇİ BOŞ CEVİZ

Âyet-i Kerîme : "Ey îman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zîra onlar, birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost edinen onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez." (Maide, 51)

Hadîs-i Şerif : "İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim." (Tirmizî, Rada' 10, 1159 ) 




www.yust.blogcu.com

www.meleklermekani.com

İÇİ BOŞ CEVİZ

Hz. Mevlânâ (kuddise sirruh) :

"Ebûbekir Şiblî (r.aleyh), bir gün yolda giderken , buldukları bir ceviz için kavga eden iki çocuk görür. Şiblî, bu cevizi onlardan alıp:

"- Biraz sabredin de bu cevizi ikinize paylaştırayım." der.

Sonra cevizi kırar, fakat cevizin içi boş çıkar.

Tam o sırada:

"- EĞER GERÇEKTEN PAYLAŞTIRIP KISMET DAĞITAN BİRİYSEN, ŞİMDİ BUNU TAKSİM ETSENE!!" diye bir nîda gelir.

Şiblî (r.a) mahcup olur ve:

"- Bütün bu kavga, içi boş bir ceviz ve kuru bir 'hiç' içinmiş!..." der.

(Attar, s:661)

Erkam Takvim Arkası


2 Ağustos 2013 Cuma

KADİR GECESİ NE YAPILMALI?

 
 
 
 
KADİR GECESİ NE YAPILMALI?
 
Leyle-i Kadir


Evvelâ iki rek'at namaz, her rek'atta Fâtiha'dan sonra yedi kere İhlâs-ı şerîf okunacak, selâmdan sonra yetmiş kere istiğfar edilecektir.

Sonra yine iki rek'at namaz, her rek'atda Fâtiha'dan sonra üç kere İhlâs, selâmdan sonra şu duâ okunacak:




http://www.dualar-zikirler.com/index.php?bno=10&yno=51

EDİTÖRÜN NOTU : Mübarek Kadir Gecesi, tüm İslâm âlemine sağlık ve huzur gelmesine, İslâm dünyasının bir ve beraber olmasına vesîle olsun inşallah.. Dualarınızda bizleri de unutmayınız..

26 Temmuz 2013 Cuma

HANGİSİ DAHA CÖMERT?

www.caysohbeti.blogcu.com


www.facebook.com / RUHANİYET

HANGİSİ DAHA CÖMERT?

Kâbe'nin avlusunda hurma satan üç kişi aralarında konuşuyorlardı. Söz döndü dolaştı; ihsana, iyiliğe, mertliğe ve cömertliğe geldi.

Bunlardan birisi;

"Devrimizde insanların ihsan ve iyilik bakımından en üstünü, en cömerdi Arabetü'l-Evsî'dir." dedi.

Diğeri buna itiraz etti:

"Hayır, en cömert kişi Kays bin Sa'd bin Ubâde'dir." dedi.

Üçüncü şahıs kestirip attı:

"Hayır; ne o, ne öteki... Bugünün en iyilikseveri ve en cömerdi Abdullah bin Cafer'dir." dedi.

Sonunda bizzat tecrübe edip görüşlerini ispatlamaya karar verdiler. Her biri, adını verdiği iyiliksevere gidecek ve ondan bir şey isteyecekti. Sonunda tekrar bir araya gelerek hangisinin daha cömert olduğunu ortaya çıkaracaklardı. Dedikleri gibi de yaptılar.

Birisi Abdullah bin Cafer'e gitti ve;

"-Ey Rasûlullah (s.a.v)'ın amcaoğlu, çok fakir ve muhtâcım. Lütfet, bana bir şeyler ihsân eyle ki, onunla kendimi idare edeyim..."

Abdullah bin Câfer, çok kıymetli bir Arap atına binmek üzere ayağını atının üzengisine geçirmek üzere idi. Hiç düşünmeden ayağını üzengiden çıkarıp kendisine müracaat eden kişiye;

"Ey yolcu! Benim yerime sen gel, ayağını şu üzengi kayışının üzerine koy, bineğime bin, ve bineğim, yükü ile birlikte senin olsun. Heybedeki mal da senindir, yalnız şu kılıç hakkında seni aldatmasınlar çünkü bu kılıç, Hazret-i Ali'nin kılıçlarındandır." dedi ve yürüyüp gitti.

At ve kıymetli eşyadan başka, heybede dört bin altın bulunduğu görüldü.

İkinci zât, Kays bin Sa'd'e gitti, kapısını çaldı. Bir câriye çıkarak ne istediğini sordu:

"Garibim, yolda kaldım. Kays'tan bana biraz para vermesini isteyecektim." deyince câriye,

"Senin ihtiyacını karşılamak, efendimi uyandırmaktan daha kolay." dedi ve ona içinde yedi yüz altın bulunan bir kese getirip verdi. Bunun, Kays'ın evinde sahip olduğu bütün malı olduğunu da ekledi.

Kays, uykudan uyanınca meseleyi öğrendi. O kadar sevindi ki, sevincinden ve kapısına gelen kişiyi boş çevirmediğinden dolayı kölesini âzâd etti ve şöyle dedi:

"Keşke beni uyandırsaydın da o adama ömrünün sonuna kadar yetecek mal verseydim. Umarım ona verdiğin mallar, onun ihtiyacını gidermesine yardımcı olmuştur."

Üçüncü zât, Arabetü'l-Evsî'nin evine yöneldiğinde, kendisinin, iki kölesinin koluna girmiş camiye gitmekte bulunduğunu gördü. Zîrâ bu zât âmâ idi. Ancak iki kişinin yardımıyla camiye gidebiliyor ve işlerini görebiliyordu. Kendisine yaklaştı, selam verdi:

"Yardım ve himmetine muhtâcım." dedi.

Arabe, derinden bir âh çekti;

"Eyvah, bize eyvah!" diye inledi. "Sana verilecek bir dirhemim dahi kalmadı. Ama şu iki köleyi sana hibe ettim, al götür." dedi.

Üçüncü zât her ne kadar;

"Onlar senin hem gözlerin hem dayanakların.. Sana benden daha çok lazım, alamam." dediyse de Arabe;

"Eğer sen almazsan, onları âzâd ederim." mukabelesinde bulunarak kölelerin kolları arasından çıktı ve başını duvarlara çarpa çarpa eve döndü. (Belâzurî, Ensâb, II, 51-53)

Aziz okurlarım, kararı size bırakıyorum; HANGİSİ DAHA CÖMERT?

İşte ihsan budur. İyi olmak, iyiliksever olmak budur. Cenâb-ı Hak, cümlemize amellerimizi ve ahlâkımızı güzelleştirmeyi nasib eylesin.

İbrahim bin Ethem Hazretleri; mahallenin en fakir berberine tıraş olurken, berbere acıdı ve içinde beş yüz altın bulunan bir keseyi kendisine verdi.

Berber, teşekkür ederek aldığı keseyi tezgahın bir köşesine koydu ve işine devam etti. Tam bu sırada berber dükkanına, kıyafeti perişan, avurtları çökmüş, yaşlı ve hastalıklı bir fakir geldi ve;

"Allah rızası için bana bir yardımda bulunun." diye inledi.

Berber, kesenin içindekinin ne olduğuna bakmadan keseyi tuttuğu gibi fakire verdi. Sanki hiç bir şey olmamış gibi işine devam etti. Berberin altınlara itibar göstermediğini gören İbrahim bin Ethem Hazretleri;

"Ben hayatımda bu berberden daha cömert bir insan görmedim." buyurdular.

İşte meselenin cevabı, muhtaçken muhtâca veren kimse.

MUHTÂCI MUHTÂCÂ MUHTÂC ETME YÂ RABBÎ!

Abbasî halifelerinden Hârun Reşid, eşi Zübeyde Hatun'a, kapağı elmas, zümrüt ve yâkutlarla süslenmiş, murassâ, çok büyük maddî ve mânevî değeri olan bir Kur'ân-ı Kerîm mushafı hediye etmişti. O cennet hâtunu Zübeyde -rahmetullâhi aleyhâ- paha biçilemeyecek bu Mushaf-ı şerifi, büyük bir memnuniyetle almış, yüzüne gözüne sürüp öpmüş, başına koymuş ve okumak üzere bir sâhifesini açıp bakmış, Âl-i İmran sûresinin 92. âyetini, yani;

"Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, hayrın kemâline nâil olamazsınız." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, hiç tereddüt etmeden,

"Sevdiğim Rabbimin rızasına, ancak sevdiğimi vermekle nâil olabileceğime göre, 'Al bu Kur'ân-ı Azîm'i  sana hediye ettim.' " diyerek onu kölelerinden birine hediye etmiş ve üstelik kölesini de âzâd etmiştir.

Allah dostlarından birisinin evine bir dilenci gelerek;

"Allah için bir şey ver!" deyince, Hak dostu ona;

"Kardeş, Allah için verecek bu evimden başka bir şeyim yok. Ben çıkıyorum, bu ev bundan sonra senin olsun!" diyerek çıkıp gidivermiş...

Ey kardeş! Biraz düşün ve karar ver. Sen mi daha cömertsin yoksa bunlar mı?...

Yâ Rabbî! Bizleri ihsandan, Muhsin kullarından ayırma. Îmânımızla biliriz ki, Sen, Sen'den korkanlarla, sabredenlerle ve Muhsinlerle berabersin. Ahlâk ve amellerimizi güzelleştir. Cimrilikten bizleri kurtar. Sevdiğin kulların zümresine bizi de ilhâk eyle. Cennet ve cemâline eriştir. Âşıkları, sâlihlerle ve âbidlerle birleştir. Yâ Rabbe'l-Âlemîn..

(İrfan ÖZTÜRK - Yüzakı Dergisi, Temmuz 2013) 

11 Temmuz 2013 Perşembe

MÛSÂ EFENDİ HAZRETLERİ'NDEN HATIRALAR

www.davetci.com                                                                                                                                    www.ihvanla.biz

www.dunyabizim.com

Âyet-i Kerîme: "Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir!"  (Hac, 1)

Hadîs-i Kutsî: Cenab-ı Allah (C.C) buyurur: "Ademoğlunun her ameli kendisine aittir; oruç böyle değil, şüphesiz ki o Benimdir.(Çünkü Ben, yemem, içmem, beşeri bütün sıfatlardan münezzehim. Hem oruçta riyâ da yoktur. Binaenaleyh Ben, onun mükâfatını bol bol vereceğim.) (Buhari)

MÛSÂ EFENDİ HAZRETLERİ'NDEN HATIRALAR - İMAM HATİP TERCİHİ

Şuna kesin olarak inandım ki, İslâmiyet, yaşanarak ve örnek şahsiyetler vererek yayılmış ve benimsenmiştir. Eğer sadece dil ile ikrar edilip hayata, fiiliyâta geçirilmemiş, yalnız sözde kalmış olsaydı, İslâm'ın insanlığa ve insanlara tesiri az olurdu. Tarihte buna ait örnekler pek çoktur.

Asr- saâdette sahâbenin hayatına bakıldığında, onların Allah Rasûlü'nden gördüklerini, işittiklerini hemen hayatlarına tatbik etmeleri, hem Allah katında kendilerini yüceltmiş, hem de İslâm'ın cihana yayılıp yücelmesine vesîle olmuştur.

İşte muhterem üstad Mûsâ Efendi de, Allah (C.C) ve Rasûlullah (s.a.v) muhabbetiyle yaşamış, güzel davranışlarıyla örnek olmuş bir Allah dostu idi. Söz açılmışken, bu güzel insanların numune-i imtisal olmaları ve örnek alınmaları için, bilinmesinde fayda olur düşüncesiyle sadece bir iki hatıramı nakletmeyi uygun gördüm:

Bilindiği gibi değerli iki oğlu ve değerli küçük kardeşini, o zamanlar yeni açılmış olan İmam Hatip okuluna kaydettirmişti. Zamanın varlıklı bir ailesi olup Avrupa ve İstanbul'daki tanınmış kolejlerde okutabilecek maddî imkanlara sahip bulunmalarına rağmen, evladlarını ve yakınlarını, açılışına maddî yardımda bulundukları okula kaydettirmiş olması, oradaki çocuklarla beraberliklerini arzu etmesi, şâyân-ı takdir bir hâdisedir.

Şüphesiz ki bunu, İmam Hatip okulunun eğitim seviyesini küçümsemek için söylemiyorum. Orada hem lise müfredatı, hem de din bilgisi, Arapça, Farsça ve edebiyat dersleri vardı. Ama Mûsâ Efendi Hazretleri'nin, o zamanlar daha çok Anadolu'dan, köyden gelen çocuklarla oğullarını kaynaştırmış olmaları, pek büyük bir fazîlet örneğiydi bence...

HASTALARA ŞEFKAT

Sene 1980. Zât-ı âlîleri beni çağırarak Vakıf Gurabâ Hastanesi'nde yatan veya ayakta tedavi gören fakir hastaların tedavi masraflarının karşılanması husûsunu emir buyurmuşlardı. Biz de bu vazifeyi 20 sene müddetle îfâ ettik. Civar eczanelerle anlaşarak fakir hastaların tedavi reçetelerini mümkün mertebe karşılamaya çalıştık. Bazen fakir hastaları, başhekimlikten rica ile ücretsiz olarak yatırmaya gayret ediyorduk. Ancak tedavi için reçetelerini mümkün mertebe karşılanmasına yardımcı oluyorduk. Bazen tedavi giderlerinin yükseldiği durumlarda, değerli oğlu Osman Efendi'ye durumu iletiyordum. Meblağın aştığını ifade ettiğimde,

- "Devam edelim." cevabını alıyordum.

Bizim ulaşabildiğimiz yatan veya ayakta tedavi gören hastalar, bu yardımın nereden geldiğini bilmezlerdi. Vakıf Gurabâ'nın kadın doğum mütehassısı emektar bir doktor hanım, günün birinde bana:

- "Ne güzel bir yardım! Hasta yardımın nereden geldiğini bilmiyor.." demişti.

Mübarek Üstâd-ı Muhterem'in kabirleri pür-nûr, mekanları Cennet olsun! Allah, muhterem evlâdı Osman Efendi'ye de hayırlı, bereketli, âfiyet üzere, uzun hizmet ömürleri lütfeylesin! Âmin!

Dr. Naif ÖZKUL

Altınoluk Dergisi - Temmuz 2013



  


 

5 Haziran 2013 Çarşamba

MÎRAC NEDİR?

Âyet-i Kerîme : "...O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdikleri dışında, insanlar, O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilmezler." (Bakara,255)

"Ey îman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki, kurtuluşa eresiniz." (Âl-i İmran,130)

Hadîs-i Şerif : "Allah yeryüzünde akıldan daha az bir şey yaratmadı. Muhakkak ki akıl, yeryüzünde kibrit-i ahmer'den de azdır." (İbn-i Asâkir)

"Dikkat edin, insanda bir et parçası vardır. O iyi olunca, bütün duygular güzelleşir. O fesada uğrarsa, bütün duygular iyiliğini kaybeder. İşte o et parçası, kalbdir." (Buharî, İman, 39; Müslim, Müsâkât, 20)


MÎRAC NEDİR?


www.mumsema.com


www.bybintulislam.blogspot.com

Hicretten bir buçuk sene evvel ve Receb ayının 27. gecesinde vâkî olan "İsrâ", yani Peygamber Efendimiz'in Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya yolculuğu, ve "Mîrâc", yani sonsuz semâlara yükselişi; zaman ve mekan kayıtlarının dışında yaşanan büyük bir ilâhî tecellîdir.

Âyet-i kerîme, bu kudsî yolculuğu şöyle ifade eder:

"Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir." (el-İsrâ,1)

Diğer bir âyet-i kerimede, bu ilâhî yolculuktaki hikmetli tecellileri şöyle ifâde etmektedir:

"O dem ki, Sidre'yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu. Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, sınırı aşmadı da. Vallâhi gördü, hem de Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü." (en-Necm,16-18)

Mîrâc, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz'in Hak Teâlâ'nın sonsuz kudretinin azametini müşahade etmesi için tertip edilmiş bir "Habîb ile Mahbûb" mülâkatıdır.

Mîrâc gecesinin ümmet için en ulvî hâtırası ise, hiç şüphesiz namazdır. Kulluk hayatının mîrâcının bilhassa namaz ile tahakkuk edeceğine dâir açık işaretler bulunmaktadır. Dolayısıyla, namazlarımızın da keyfiyeti, mîrâclarımızın seviye ölçüleridir. Bu mîrâclara, yani ulvî vuslat yolculuklarına günde beş vakitte davetli bulunmaktayız. 

Osman Nuri TOPBAŞ

Mîrâc Gecesi İçin

Bu geceler, Rabbimizin kullarına özel ikramları. Değerlendirilememiş zamanları telafi etmemiz için az zamana çok kıymet sığdırılan, az ibadetlere büyük mükâfatların vâdedildiği müstesna geceler...

Öyle ki bu gecelerden birinin ihyâsı, Rabbimiz tarafından hayatımızın tamamını ihyâ etmiş gibi mükâfatlandırılmamıza sebep olabilir.

Bu gecelerin öneminden ve nasıl değerlendirileceğinden kısaca bahsedecek olursak...

Mîrâc, Peygamber Efendimiz'in Allah'ın huzûruna kabul edilme hadisesidir. Mîrâc Gecesi, Kadir Gecesi'nden sonra en mübârek gece olarak kabul edilir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Mîrâc Kandili olarak anılan geceyi izleyen gün ve gecelerde, Mîrâc'ı anlatan ve "mîrâciye" adı verilen şiirler okunup dinleyenlere süt dağıtılırdı.

Bu geceyi değerlendirmek için, Kur'ân-ı Kerim okunabilir, istiğfarlar ve salâvatlar getirilebilir. Şöyle bir ibadeti yapmak da müstahsen görülmüştür:

Her rekatta Fatiha'dan sonra bir başka sûre okuyarak on iki rekat namaz kılınabilir. Her iki rekatta bir selam vermeli ve sonra yüz kere:

"Sübhânallâhi ve'lhamdülillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber." okunmalı. Sonra yüz kere istiğfar ederek, yüz kere de Nebiyyi Ekrem (s.a.v) Efendimiz'e salât ve selam gönderilmelidir.

Gündüzünde oruçlu bulunmalıdır. Mâsiyete dair olmaksızın yapılacak her duanın kabulü, İnâyet-i İlâhî'den umulur.

Dualar ve Zikirler / Mahmud Sâmî RAMAZANOĞLU 

(Erkam Takvimi Arkası)
 
Mîrâc Kandiliniz mübârek olsun, tüm İslâm âleminin ve ülkemizin dirlik ve düzenine vesîle olsun inşallah...








15 Mayıs 2013 Çarşamba

RECEB'İN İLK CUMA GECESİ - REGÂİB KANDİLİ

Âyet-i Kerîme: "Arkanıza dönüp kaçacağınız gün, Allah'a karşı sizi koruyan bulunmaz. Allah'ın saptırdığını doğru yola getirecek yoktur." (Mü'min, 33)

"İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken Bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?" (Enbiyâ, 30)


Hadîs-i Şerif: "Çocuklarınıza yedi yaşında iken namaz kılmalarını söyleyiniz. On yaşına bastıkları halde kılmazlarsa, kendilerini cezalandırınız, yataklarını da ayırınız." (Ebû Dâvûd; Salât,26)

"Cennetin etrafı zorluklarla çevrilmiş, cehennemin etrafı da aşırı lezzet ve şiddetli arzularla sarılmıştır." (Müslim; Cennet,1)


www.meleklermekani.com

Regaip Kandiliniz Mübarek Olsun


Rasûlullah (s.a.v) : "Bir kimse Receb'in ilk Perşembe gününü oruç tutup o günün gecesinde iki rekatta bir selam vererek (oniki) rekat namaz kılsa; (Her rekatta bir Fâtihâ, üç Kadir ve on iki İhlâs Sûresi okumak suretiyle, namazdan sonra da (Allâhümme Salli alâ Muhammedin Nebiyyil ümmiyyi ve alâ âlihî ve sellem) diyerek benim üzerime (yetmiş defa) salâvat-ı şerîfe getirdikten sonra secdeye varsa, secdede yetmiş defa (Subbûhun kuddûsün Rabbü'l-melâiketi ve'rrûh) dedikten sonra secdeden başını kaldırsa, oturduğu yerde yetmiş defa (Rabbiğfir verham ve tecâve amma ta'lem, inneke ente'l eazzü ekrem) dedikten sonra ikinci defa secde edip, secdede iken birinci secdede ne okumuş ise aynen onları tekrar eder, bitiminde ise secdede, Allâhu Teâlâ2dan isteyeceklerini ister, dua ve niyazını yaparsa, Hak Teâlâ da onun ihtiyaçlarını, dilek ve temennilerini kabul eder." buyurmuştur.

Bu namazı kılanlar hakkında Rasûlullah (s.a.v), şu mübârek sözlerini de beyan buyurmuşlardır:

"Nefsim kudret elinde olan Allah Teâlâ'ya kasem ederim ki, herhangi bir erkek ve kadın, tarif edilen bu namazı kılarsa, Yüce Allah bütün günahlarını bağışlar; günahları denizin köpüğü, ağaçların yaprakları kadar çok olsa bile. Bundan başka, kıyamet günü ailesinden (yediyüz) kişi hakkında şefaat eder."

Enes (r.a) hadisinin devamı:

"Fakat dikkat et, Receb'in ilk Cuma gecesinde uyanık ol. O geceyi gafletle geçirme. Çünkü melekler, o geceye (Regâib Gecesi) diye ad koymuşlardır. Zîrâ o gecenin üçte biri geçtiğinde, yer ve gök melekleri Kâbe-i Muazzama ve havalisinde toplanırlar. Allâhu Teâlâ meleklerin toplantısı üzerine; (Ey meleklerim! Ne istiyorsunuz?) diye sorar. Melekler: (Ey Rabbimiz, Sen'den istediğimiz ve temennimiz, Receb'in oruçlularının günahlarını bağışlamandır.) derler. Allâhu Teâlâ da, (Receb'in oruçlularını affettim.) buyurur.

(Erkam Takvimi Arkası)





5 Nisan 2013 Cuma

BÖBÜRLENME! - BİR MEZAR TAŞI ÖĞÜDÜ


Âyet-i Kerîme : "O (C.C), hanginizin amelinin daha güzel olacağı husûsunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır." (Hud, 7)

Hadîs-i Şerif : "Suyu iki, üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman Besmele çekin; içtikten sonra da 'elhamdülillah' deyin." (Tirmizî; Eşribe,13) 



 www.ivek.org.tr

BÖBÜRLENME!

Muhammed İbn-i Semmak Hazretleri, Abbâsî halifelerinden birisinin huzûruna girdi. Halife, bir bardak su içiyordu. Bu sırada halife, İbn-i Semmak'a:

-Bana öğüt ver, dedi.

İbn-i Semmak:

-Sen şiddetli susuzluğa yakalandığın vakit, bir bardak suyu; ancak sana bütün servetin karşılığında verecek olsalar ne yapardın? diye sordu.

Halife:

-Bütün servetimi verir, o suyu alırdım, dedi.

Bunun üzerine İbn-i Semmak:

-O halde,bir bardak su değerinde olan servetinle sakın böbürlenme! dedi.


BİR MEZARTAŞI ÖĞÜDÜ

www.bobiler.org

Bir mezartaşının üzerine kazınmış olan şu şiir, babalarının ölümünden sonra mal mülk için birbirine düşen kardeşlerin ibretlik hikayesini anlatıyor:

Mal bıraktın mülk bıraktın üşüştük,
Kavga ile nâra ile bölüştük,
Biz dokuz kardeş toprak için dövüştük,
Mezarında huzur içinde yat baba.

Çocukların etsinler diye rahat,
Satmadın da geçindin kıt kanaat,
Evlâdından sana olsun nasihat,
O dünyada malın varsa sat baba!

(Erkam Takvimi Arkası)



5 Mart 2013 Salı

İKİ DENİZ

Âyet-i Kerîme : "Allah'ın hoşnutluğunu gözetenle Allah'ın hışmına uğrayan bir olur mu hiç? Berikisinin yeri cehennemdir. Cehennem ise ne kötü bir varış noktasıdır."

(Âl-i İmran, 162)

Hadîs-i Şerif : "Akıllı kimse, nefsini sorguya çeken ve ölümden sonrası için çalışandır."

(Tirmizî)


İKİ DENİZ



Filistin'de iki deniz varmış. Bu denizlerden birisinin suları masmavi ve tertemizmiş, içinde balıklar yaşarmış. Bu denizin hemen yanıbaşında olan diğer denizin suyu mavi değil kirli renkliymiş. O denizin içinde balıklar yokmuş. Kıyılarında insanlar dolaşmazlarmış. Bu iki denize aynı nehrin suları akarmış.

Nehirin dağlardan getirdiği temiz sular birinci denizin suyunu tazeler, rengini mavileştirirmiş. Nehir, ikinci denize de aynı temiz suları getirdiği halde o deniz kirli kalırmış. Öyle ki, bu denize "ölüdeniz" denir olmuş.

İki denizin birbirinden tek farkı neymiş biliyor musunuz? Mavi olan deniz, nehrin getirdiği suları başka denizlere taşırmış. Yani aldığı kadar verirmiş de. Ölü denizse, aldığını kendine saklar, bir damla suyu bile başkasına vermezmiş. Aldığını veren deniz mavi ve canlıymış. Aldığını saklayan denizse kirli ve ölüymüş!

"İşte böyle!" dedi babam, "Vermek insanı yaşatır, saklamak ve biriktirmek insanı öldürür."

Sonra haritayı açtık ve bu iki denizi bulduk. Hakikaten de, birincisinin adı Galile, ikincisinin adı "Ölüdeniz"di. Biz de eğer ölü deniz gibi olmak istemiyorsak, Allah'ın bize verdiği nimetlerden muhtaç olanlara da vermemiz gerekir. Öyle değil mi?

(Erkam Takvimi Arkası)

16 Şubat 2013 Cumartesi

SEKSEN YAŞINDA HİRA'YA ÇIKMA AŞKI







Âyet-i Kerîme : 'Yine O'nun delillerindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümünün ardından arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için (alınacak) dersler vardır.'  (Rum,24)

'Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.'  (Tevbe,119)

Hadîs-i Şerif : 'Allah'ın sana taksim ettiğine rıza göster ki insanların en zengini olasın.'

'Kalkıp namaz kılan ve kocasını da uyandıran ve uyanmak istemediğinde yüzüne su serpen kadına Allah rahmet etsin.'


SEKSEN YAŞINDA HİRA'YA ÇIKMA AŞKI

Merhum Mustafa Alemdar Amca şöyle nakleder:

' Muhterem Üstaz (k.s) Hazretlerinin son Haclarından birinde idi. Mekke-i Mükerreme'de bulunuyorken bir akşam Kâbe-i Muazzama'da namazımızı kılıp otele gelmiştik. İstirahate çekileceğimiz zaman bizlere:

' Yarın sabah namazından sonra Cebel-i Nur'u ziyaret etsek!' buyurdular.

Ertesi gün sabah namazını Kâbe'de kılıp çıktık ve bir dolmuşa binip Cebel-i Nur'un eteklerine vardık. Hira mağarasını buradan ziyaret edip döneceğimizi tahmin ediyorduk.

Oraya varınca Muhterem Üstaz, sabahın serinliğinde gözlerini yukarı doğru kaldırdı ve ilk vahyin hatırası olan dağa baktı da kalakaldı.

Bir müddet sonra bize doğru döndü ve gönlündeki hasreti refiklerine şu ifadelerle duyurdu:

' Belki bir daha gücümüz yetmez. Son bir defa daha çıksak!' buyurdular.

Bizler de: 'Pekiyi Efendim!' dedik ve onu takip ettik.

Hira Dağı'nın tepesine doğru hep birlikte tırmanmaya başladık.

Muhterem Üstaz (k.s) Hazretleri o kadar canlı, hızlı ve aşkla çıkıyordu ki, biz arkasından yetişemiyorduk. O, büyük bir heyecan içerisinde, muhabbetle tepeye doğru tırmandıkça biz de peşinden takip ediyorduk.

Bu yaşta böylesi bir aşk ve gayret!...

Doğrusu onun Hira'ya doğru çıkışı, bizi kendimizden utandırmıştı!

Sami Efendimiz ara ara dönüp bize bakıyor ve mesafenin fazla açılmamasına dikkat ediyordu.

O yıllarda Muhterem Üstaz (k.s) Hazretleri, 80 yaşlarına ulaşmıştı..

Mustafa Eriş

(Erkam Takvimi Arkası)



23 Ocak 2013 Çarşamba

KÂİNÂTIN EFENDİSİNİN MÜBÂREK ŞEMÂİL-İ ŞERÎFLERİ (-Mevlid Kandiline Özel-)

Âyet-i Kerîme : "Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner."

(Furkan,71)

"(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?"

(Furkan,77)

Hadîs-i Şerif : "Zekatını vermeyen altın ve gümüş sahiplerinin bu malları, kıyâmet gününde ateşten bir zincir olur. O, bunlarla Cehenneme atılır."

(Buhâri)

"Kıyâmet günü ashâbımın her biri, vefât ettiği belde halkı için önder ve nûr olarak diriltilecektir."

(Tirmizî)




KÂİNÂTIN EFENDİSİNİN MÜBÂREK ŞEMÂİL-İ ŞERÎFLERİ (-Mevlid Kandiline Özel-)

Rasûl-i Ekrem (s.a.v), uzuna yakın orta boylu idi. Yaradılışı fevkalâde dengeli olup mütenâsib bir vücûda sahip idi.

Göğsü geniş, iki omuzlarının arası açıktı. İki kürek kemiği arasında nübüvvet mührü vardı. Kemikleri ve eklemleri irice idi.

Teni gül gibi pembemsi beyaz, nûrânî ve parlak, ipekten yumuşaktı. Mübârek vücûdu dâimâ temiz ve râyihası ferahlık verirdi. Koku sürünsün veya sürünmesin, teni ve teri en güzel kokulardan daha ayrı bir letâfette idi. Bir kimse O'nunla musafaha etse, bütün gün O'nun latif kokusu ile mütelezziz olurdu. Sanki gül, kokusunu O'ndan almıştı. Mübârek elleriyle bir çocuğun başını okşasalar, o çocuk, güzel kokusuyla diğer çocuklardan ayırd edilirdi.

Terlediği zaman teni, gül yaprakları üzerindeki şebnemleri andırırdı.

Sakalı gür idi. Uzattığı zaman, bir tutamdan fazla uzatmazdı. Vefât ettiklerinde, saçlarında ve sakallarında yirmi kadar beyaz vardı.

Kaşları hilâl gibi olup iki kaşı arası birbirinden uzakça ve açık idi. İki kaşı arasında bir damar bulunuyordu ki, Hakk için öfkelendiği zaman kabarırdı.

Dişleri inci gibi olup dâimâ misvak kullanır, sık sık kullanılmasını tavsiye ederlerdi.

Kirpikleri uzun ve siyah idi. Gözleri büyükçe, siyahı tam siyah, beyazı tam beyaz idi. Sanki gözlerinde kudret eliyle ezelde çekilmiş bir sürme vardı.

Müstesnâ rûhî yapısının kemâli gibi, vücud yapısının cemâli de eşsizdi.

Sîmâsı, geceleyin ayın on dördü gibi parlardı. Hazret-i Âişe (r.anhâ) buyururlar ki:

"Rasûlullah'ın yüzü o kadar nûr saçardı ki, gece karanlığında ipliği iğneye O'nun yüzünün aydınlığında geçirirdim."

İki kürek kemiğinin arasında nübüvvetine aid ilâhî bir nişan vardı. Bir çok sahâbî, onu öpebilmenin aşkıyla yaşardı. Vefâtı sırasında bu mührün gayb âlemine gitmesi, irtihâlinin tasdîki oldu.  (Tirmizî)

Erkam Takvimi Arkası