26 Temmuz 2013 Cuma

HANGİSİ DAHA CÖMERT?

www.caysohbeti.blogcu.com


www.facebook.com / RUHANİYET

HANGİSİ DAHA CÖMERT?

Kâbe'nin avlusunda hurma satan üç kişi aralarında konuşuyorlardı. Söz döndü dolaştı; ihsana, iyiliğe, mertliğe ve cömertliğe geldi.

Bunlardan birisi;

"Devrimizde insanların ihsan ve iyilik bakımından en üstünü, en cömerdi Arabetü'l-Evsî'dir." dedi.

Diğeri buna itiraz etti:

"Hayır, en cömert kişi Kays bin Sa'd bin Ubâde'dir." dedi.

Üçüncü şahıs kestirip attı:

"Hayır; ne o, ne öteki... Bugünün en iyilikseveri ve en cömerdi Abdullah bin Cafer'dir." dedi.

Sonunda bizzat tecrübe edip görüşlerini ispatlamaya karar verdiler. Her biri, adını verdiği iyiliksevere gidecek ve ondan bir şey isteyecekti. Sonunda tekrar bir araya gelerek hangisinin daha cömert olduğunu ortaya çıkaracaklardı. Dedikleri gibi de yaptılar.

Birisi Abdullah bin Cafer'e gitti ve;

"-Ey Rasûlullah (s.a.v)'ın amcaoğlu, çok fakir ve muhtâcım. Lütfet, bana bir şeyler ihsân eyle ki, onunla kendimi idare edeyim..."

Abdullah bin Câfer, çok kıymetli bir Arap atına binmek üzere ayağını atının üzengisine geçirmek üzere idi. Hiç düşünmeden ayağını üzengiden çıkarıp kendisine müracaat eden kişiye;

"Ey yolcu! Benim yerime sen gel, ayağını şu üzengi kayışının üzerine koy, bineğime bin, ve bineğim, yükü ile birlikte senin olsun. Heybedeki mal da senindir, yalnız şu kılıç hakkında seni aldatmasınlar çünkü bu kılıç, Hazret-i Ali'nin kılıçlarındandır." dedi ve yürüyüp gitti.

At ve kıymetli eşyadan başka, heybede dört bin altın bulunduğu görüldü.

İkinci zât, Kays bin Sa'd'e gitti, kapısını çaldı. Bir câriye çıkarak ne istediğini sordu:

"Garibim, yolda kaldım. Kays'tan bana biraz para vermesini isteyecektim." deyince câriye,

"Senin ihtiyacını karşılamak, efendimi uyandırmaktan daha kolay." dedi ve ona içinde yedi yüz altın bulunan bir kese getirip verdi. Bunun, Kays'ın evinde sahip olduğu bütün malı olduğunu da ekledi.

Kays, uykudan uyanınca meseleyi öğrendi. O kadar sevindi ki, sevincinden ve kapısına gelen kişiyi boş çevirmediğinden dolayı kölesini âzâd etti ve şöyle dedi:

"Keşke beni uyandırsaydın da o adama ömrünün sonuna kadar yetecek mal verseydim. Umarım ona verdiğin mallar, onun ihtiyacını gidermesine yardımcı olmuştur."

Üçüncü zât, Arabetü'l-Evsî'nin evine yöneldiğinde, kendisinin, iki kölesinin koluna girmiş camiye gitmekte bulunduğunu gördü. Zîrâ bu zât âmâ idi. Ancak iki kişinin yardımıyla camiye gidebiliyor ve işlerini görebiliyordu. Kendisine yaklaştı, selam verdi:

"Yardım ve himmetine muhtâcım." dedi.

Arabe, derinden bir âh çekti;

"Eyvah, bize eyvah!" diye inledi. "Sana verilecek bir dirhemim dahi kalmadı. Ama şu iki köleyi sana hibe ettim, al götür." dedi.

Üçüncü zât her ne kadar;

"Onlar senin hem gözlerin hem dayanakların.. Sana benden daha çok lazım, alamam." dediyse de Arabe;

"Eğer sen almazsan, onları âzâd ederim." mukabelesinde bulunarak kölelerin kolları arasından çıktı ve başını duvarlara çarpa çarpa eve döndü. (Belâzurî, Ensâb, II, 51-53)

Aziz okurlarım, kararı size bırakıyorum; HANGİSİ DAHA CÖMERT?

İşte ihsan budur. İyi olmak, iyiliksever olmak budur. Cenâb-ı Hak, cümlemize amellerimizi ve ahlâkımızı güzelleştirmeyi nasib eylesin.

İbrahim bin Ethem Hazretleri; mahallenin en fakir berberine tıraş olurken, berbere acıdı ve içinde beş yüz altın bulunan bir keseyi kendisine verdi.

Berber, teşekkür ederek aldığı keseyi tezgahın bir köşesine koydu ve işine devam etti. Tam bu sırada berber dükkanına, kıyafeti perişan, avurtları çökmüş, yaşlı ve hastalıklı bir fakir geldi ve;

"Allah rızası için bana bir yardımda bulunun." diye inledi.

Berber, kesenin içindekinin ne olduğuna bakmadan keseyi tuttuğu gibi fakire verdi. Sanki hiç bir şey olmamış gibi işine devam etti. Berberin altınlara itibar göstermediğini gören İbrahim bin Ethem Hazretleri;

"Ben hayatımda bu berberden daha cömert bir insan görmedim." buyurdular.

İşte meselenin cevabı, muhtaçken muhtâca veren kimse.

MUHTÂCI MUHTÂCÂ MUHTÂC ETME YÂ RABBÎ!

Abbasî halifelerinden Hârun Reşid, eşi Zübeyde Hatun'a, kapağı elmas, zümrüt ve yâkutlarla süslenmiş, murassâ, çok büyük maddî ve mânevî değeri olan bir Kur'ân-ı Kerîm mushafı hediye etmişti. O cennet hâtunu Zübeyde -rahmetullâhi aleyhâ- paha biçilemeyecek bu Mushaf-ı şerifi, büyük bir memnuniyetle almış, yüzüne gözüne sürüp öpmüş, başına koymuş ve okumak üzere bir sâhifesini açıp bakmış, Âl-i İmran sûresinin 92. âyetini, yani;

"Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, hayrın kemâline nâil olamazsınız." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, hiç tereddüt etmeden,

"Sevdiğim Rabbimin rızasına, ancak sevdiğimi vermekle nâil olabileceğime göre, 'Al bu Kur'ân-ı Azîm'i  sana hediye ettim.' " diyerek onu kölelerinden birine hediye etmiş ve üstelik kölesini de âzâd etmiştir.

Allah dostlarından birisinin evine bir dilenci gelerek;

"Allah için bir şey ver!" deyince, Hak dostu ona;

"Kardeş, Allah için verecek bu evimden başka bir şeyim yok. Ben çıkıyorum, bu ev bundan sonra senin olsun!" diyerek çıkıp gidivermiş...

Ey kardeş! Biraz düşün ve karar ver. Sen mi daha cömertsin yoksa bunlar mı?...

Yâ Rabbî! Bizleri ihsandan, Muhsin kullarından ayırma. Îmânımızla biliriz ki, Sen, Sen'den korkanlarla, sabredenlerle ve Muhsinlerle berabersin. Ahlâk ve amellerimizi güzelleştir. Cimrilikten bizleri kurtar. Sevdiğin kulların zümresine bizi de ilhâk eyle. Cennet ve cemâline eriştir. Âşıkları, sâlihlerle ve âbidlerle birleştir. Yâ Rabbe'l-Âlemîn..

(İrfan ÖZTÜRK - Yüzakı Dergisi, Temmuz 2013) 

11 Temmuz 2013 Perşembe

MÛSÂ EFENDİ HAZRETLERİ'NDEN HATIRALAR

www.davetci.com                                                                                                                                    www.ihvanla.biz

www.dunyabizim.com

Âyet-i Kerîme: "Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir!"  (Hac, 1)

Hadîs-i Kutsî: Cenab-ı Allah (C.C) buyurur: "Ademoğlunun her ameli kendisine aittir; oruç böyle değil, şüphesiz ki o Benimdir.(Çünkü Ben, yemem, içmem, beşeri bütün sıfatlardan münezzehim. Hem oruçta riyâ da yoktur. Binaenaleyh Ben, onun mükâfatını bol bol vereceğim.) (Buhari)

MÛSÂ EFENDİ HAZRETLERİ'NDEN HATIRALAR - İMAM HATİP TERCİHİ

Şuna kesin olarak inandım ki, İslâmiyet, yaşanarak ve örnek şahsiyetler vererek yayılmış ve benimsenmiştir. Eğer sadece dil ile ikrar edilip hayata, fiiliyâta geçirilmemiş, yalnız sözde kalmış olsaydı, İslâm'ın insanlığa ve insanlara tesiri az olurdu. Tarihte buna ait örnekler pek çoktur.

Asr- saâdette sahâbenin hayatına bakıldığında, onların Allah Rasûlü'nden gördüklerini, işittiklerini hemen hayatlarına tatbik etmeleri, hem Allah katında kendilerini yüceltmiş, hem de İslâm'ın cihana yayılıp yücelmesine vesîle olmuştur.

İşte muhterem üstad Mûsâ Efendi de, Allah (C.C) ve Rasûlullah (s.a.v) muhabbetiyle yaşamış, güzel davranışlarıyla örnek olmuş bir Allah dostu idi. Söz açılmışken, bu güzel insanların numune-i imtisal olmaları ve örnek alınmaları için, bilinmesinde fayda olur düşüncesiyle sadece bir iki hatıramı nakletmeyi uygun gördüm:

Bilindiği gibi değerli iki oğlu ve değerli küçük kardeşini, o zamanlar yeni açılmış olan İmam Hatip okuluna kaydettirmişti. Zamanın varlıklı bir ailesi olup Avrupa ve İstanbul'daki tanınmış kolejlerde okutabilecek maddî imkanlara sahip bulunmalarına rağmen, evladlarını ve yakınlarını, açılışına maddî yardımda bulundukları okula kaydettirmiş olması, oradaki çocuklarla beraberliklerini arzu etmesi, şâyân-ı takdir bir hâdisedir.

Şüphesiz ki bunu, İmam Hatip okulunun eğitim seviyesini küçümsemek için söylemiyorum. Orada hem lise müfredatı, hem de din bilgisi, Arapça, Farsça ve edebiyat dersleri vardı. Ama Mûsâ Efendi Hazretleri'nin, o zamanlar daha çok Anadolu'dan, köyden gelen çocuklarla oğullarını kaynaştırmış olmaları, pek büyük bir fazîlet örneğiydi bence...

HASTALARA ŞEFKAT

Sene 1980. Zât-ı âlîleri beni çağırarak Vakıf Gurabâ Hastanesi'nde yatan veya ayakta tedavi gören fakir hastaların tedavi masraflarının karşılanması husûsunu emir buyurmuşlardı. Biz de bu vazifeyi 20 sene müddetle îfâ ettik. Civar eczanelerle anlaşarak fakir hastaların tedavi reçetelerini mümkün mertebe karşılamaya çalıştık. Bazen fakir hastaları, başhekimlikten rica ile ücretsiz olarak yatırmaya gayret ediyorduk. Ancak tedavi için reçetelerini mümkün mertebe karşılanmasına yardımcı oluyorduk. Bazen tedavi giderlerinin yükseldiği durumlarda, değerli oğlu Osman Efendi'ye durumu iletiyordum. Meblağın aştığını ifade ettiğimde,

- "Devam edelim." cevabını alıyordum.

Bizim ulaşabildiğimiz yatan veya ayakta tedavi gören hastalar, bu yardımın nereden geldiğini bilmezlerdi. Vakıf Gurabâ'nın kadın doğum mütehassısı emektar bir doktor hanım, günün birinde bana:

- "Ne güzel bir yardım! Hasta yardımın nereden geldiğini bilmiyor.." demişti.

Mübarek Üstâd-ı Muhterem'in kabirleri pür-nûr, mekanları Cennet olsun! Allah, muhterem evlâdı Osman Efendi'ye de hayırlı, bereketli, âfiyet üzere, uzun hizmet ömürleri lütfeylesin! Âmin!

Dr. Naif ÖZKUL

Altınoluk Dergisi - Temmuz 2013