19 Ekim 2010 Salı

NAMAZ,NAMAZ,NAMAZ...

Namazı hayatımın tam göbeğine yerleştirdiğim günden beri huzurun ne olduğunu öğrendim. "Dersim bitsin ondan sonra, dizi bitsin ondan sonra, maçın devre arasında, biraz uyuyayım sonra" dediğim günlerle, ezanı daha duymadan camiye gidip orada beklediğim, ezanın üstüme okunduğu bu günlerim arasında dağlar kadar fark var. Namaz, hayat koşuşturmacasının arasına sıkıştırılacak bir mola, ödeyince rahatlayacağımız bir taksit değildir. Namaz, hayattaki en büyük anlamımızdır. Namazı hayatın arasına sıkıştırmakta değil, hayatı namazdan arta kalan zamanlar olarak görmekte büyük yarar var ruhumuz açısından. Rabbimiz bize, namazı her türlü zorlukta, rahat zamanımızda, hastalıkta, askerde, gençlikte-yaşlılıkta, her durumda devamlı kılıp kılmayacağımızın testini yapıyor. Eğer tüm engellere rağmen onu bırakmaz, ona yapışırsak, o zaman kolaylaştırıyor, kapıları açıyor, tabiri caizse omuz veriyor bize. İbadeti bize kolaylaştırıyor o zaman, o sınavları verebildikçe. Hele ki sabah namazına camiye doğru yönelmek, -bunu ısrarla devamlı yapınca- tadına doyulmaz bir nîmet oluyor. O saatlerde ortalık farklı kokuyor. Sanki bitkiler, huzurun fotosentezini yapıyor. Hepsi en yoğun şekilde tesbihini çekiyor,Allah'ı zikrediyor ama bizim gibi acizlere değil Yûnus gibi onu görebilene. "Sordum sarı çiçeğe" diye çiçekle konuşabilene. Ahh namaz, sen ne tılsımlı bir huzur kaynağıymışsın meğer! Elhamdülillah...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder